E-ISSN: 1308-5263
Turk J Hematol: 33 (4)
Volume: 33  Issue: 4 - 2016
Hide Abstracts | << Back
RESEARCH ARTICLE
1.Prognostic Factors and a New Prognostic Index Model for Children and Adolescents with Hodgkin’s Lymphoma Who Underwent Autologous Hematopoietic Stem Cell Transplantation: A Multicenter Study of the Turkish Pediatric Bone Marrow Transplantation Study
Vural Kesik, Erman Ataş, Musa Karakükcü, Serap Aksoylar, Fatih Erbey, Nurdan Taçyıldız, Alphan Küpesiz, Haldun Öniz, Ekrem Ünal, Savaş Kansoy, Gülyüz Öztürk, Murat Elli, Zühre Kaya, Emel Ünal, Volkan Hazar, Şebnem Yılmaz Bengoa, Gülsün Karasu, Didem Atay, Ayhan Dağdemir, Hale Ören, Ülker Koçak, M. Akif Yeşilipek
doi: 10.4274/tjh.2015.0280  Pages 265 - 272
Amaç: Relaps/refrakter Hodgkin lenfomanın (HL) otolog hematopoetik kök hücre nakli (OHKHN) sonrasındaki prognozunu gösterecek belirteçler ve çocukluk çağında yeni bir prognostik skorlama araştırıldı.
Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada, Ocak 1990-Aralık 2014 tarihleri arasında OHKHN uygulanan 61 hastanın OHKHN sonrası prognozunu etkileyen faktörlerin sağkalım üzerine etkisi araştırıldı. Aynı zamanda Yaşa Göre Düzeltilmiş Uluslararası Prognostik İndeks ve Çocukluk Dönemi Uluslararası Prognostik İndeks’lerinin (ÇDUPİ) prognoz üzerindeki etkisi değerlendirildi.
Bulgular: Altmış bir hastanın ortanca yaşı OHKHN sırasında 14,8 yıl (5-20 yıl) idi. Hastalardan, 28 olguda bir relaps, 8 olguda ≥2 relaps ve 25 olguda refrakter hastalık vardı. Kemosensitivite/kemoterapiye dirençlilik oranı 36/25 idi. Nakil öncesi radyoterapi almamak, nakil öncesi remisyonda olmamak, nakil sonrası beyaz kan hücresi sayısının 10x103/μL üzerinde olması, nakil sonrası 100. gün pozitron emisyon tomografisi pozitifliği, tanıda 2,5 g/dL’den düşük serum albümin düzeyi progresyonsuz sağkalım üzerinde etkili belirteçler iken transplantasyon zamanı remisyonda olmamak, tanıda kemik iliği pozitifliği ve OHKHN sonrası relaps ise genel sağkalım üzerinde etkili parametreler olarak bulundu.
Sonuç: Relaps/refrakter HL’li çocuklarda progresyonsuz ve genel sağkalımı etkileyen faktörler açıkça gösterildi. Serum laktat dehidrogenaz üst sınırını 500 IU/L olarak kullanan ÇDUPİ prognozu göstermede etkili bulundu. Relaps hastalarda ilk tam remisyonda OHKHN yapılmasını ve tanı anında yüksek prognostik skoru olan olguların da OHKHN açısından
değerlendirmeye alınmasını önermekteyiz.
Objective: The prognostic factors and a new childhood prognostic index after autologous hematopoietic stem cell transplantation (AHSCT) in patients with relapsed/refractory Hodgkin’s lymphoma (HL) were evaluated.
Materials and Methods: The prognostic factors of 61 patients who underwent AHSCT between January 1990 and December 2014 were evaluated. In addition, the Age-Adjusted International Prognostic Index and the Childhood International Prognostic Index (CIPI) were evaluated for their impact on prognosis.
Results: The median age of the 61 patients was 14.8 years (minimummaximum: 5-20 years) at the time of AHSCT. There were single relapses in 28 patients, ≥2 relapses in eight patients, and refractory disease in 25 patients. The chemosensitivity/chemorefractory ratio was 36/25. No pretransplant radiotherapy, no remission at the time of transplantation, posttransplant white blood cell count over 10x103/ μL, posttransplant positron emission tomography positivity at day 100, and serum albumin of <2.5 g/dL at diagnosis were correlated with progression-free survival. No remission at the time of transplantation, bone marrow positivity at diagnosis, and relapse after AHSCT were significant parameters for overall survival.
Conclusion: The major factors affecting the progression-free and overall survival were clearly demonstrated. A CIPI that uses a lactate dehydrogenase level of 500 IU/L worked well for estimating the prognosis. We recommend AHSCT at first complete remission for relapsed cases, and it should also be taken into consideration for patients with high prognostic scores at diagnosis.

2.The Role of Azacitidine in the Treatment of Elderly Patients with Acute Myeloid Leukemia: Results of a Retrospective Multicenter Study
Anıl Tombak, Mehmet Ali Uçar, Aydan Akdeniz, Eyüp Naci Tiftik, Deniz Gören Şahin, Olga Meltem Akay, Murat Yıldırım, Oral Nevruz, Cem Kis, Emel Gürkan, Şerife Medeni Solmaz, Mehmet Ali Özcan, Rahşan Yıldırım, İlhami Berber, Mehmet Ali Erkurt, Tülin Fıratlı Tuğlular, Pınar Tarkun, İrfan Yavaşoğlu, Mehmet Hilmi Doğu, İsmail Sarı, Mustafa Merter, Muhit Özcan, Esra Yıldızhan, Leylagül Kaynar, Özgür Mehtap, Ayşe Uysal, Fahri Şahin, Ozan Salim, Mehmet Ali Sungur
doi: 10.4274/tjh.2015.0203  Pages 273 - 280
Amaç: Bu çalışmada, kemik iliğindeki (Kİ) blast oranı >%30 olan olguları da içeren akut miyeloid lösemili (AML) yaşlı hastalarda, azasitidinin (AZA) etkinliğinin ve güvenliğinin araştırılmasını amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Bu geriye dönük, çok merkezli çalışmaya, yoğun kemoterapi için uygun olmayan ya da konvansiyonel tedavilere rağmen hastalığı ilerleyen ≥60 yaştaki 130 hasta dahil edildi.
Bulgular: Ortanca yaş 73 idi, hastaların %61,5’inde Kİ blast oranı >%30 olarak bulundu. Hastalar, ortanca 4 döngü (1-21 aralığında) AZA almıştı. Başlangıç genel yanıt oranı [tam yanıtı (TY)/eksik düzelmenin olduğu TY/kısmi yanıtı içeren] %36,2 idi. Herhangi bir hematolojik düzelme (HD), tüm hastaların %36,2’sinde tespit edildi. HD tedaviye yanıtsız hastaların %27,1’inde de saptandı. Ortanca genel sağkalım, yanıt verenlerde 18 ay, yanıt vermeyenlerde 12 ay idi (p=0,005). Tedaviye yanıtsız hasta grubunda HD’nin, HD olmayanlara kıyasla genel sağkalımı arttırdığı görüldü (ortanca sağkalım 14 aya kıyasla 10 ay, p=0,068). Doğu Kooperatif Onkoloji Grubu performans durumunun <2 olması, AZA döngü sayısının artması (≥5 döngü) ve herhangi bir HD olması, daha iyi genel sağkalımı öngörüyordu. Yaşın, AML tipinin, Kİ blast yüzdesinin etkisi yoktu.
Sonuç: AZA, yaşlı, eşlik eden hastalıkları olan AML’li hastalarda, Kİ blast sayısından bağımsız olarak etkindir ve iyi tolere edilmektedir ve HD’nin, AZA ile tedaviye devam etmek için yeterli bir yanıt olduğu göz önünde bulundurulmalıdır.
Objective: In this study, we aimed to investigate the efficacy and safety of azacitidine (AZA) in elderly patients with acute myeloid leukemia (AML), including patients with >30% bone marrow (BM) blasts.
Materials and Methods: In this retrospective multicenter study, 130 patients of ≥60 years old who were ineligible for intensive chemotherapy or had progressed despite conventional treatment were included.
Results: The median age was 73 years and 61.5% of patients had >30% BM blasts. Patients received AZA for a median of four cycles (range: 1-21). Initial overall response [including complete remission (CR)/CR with incomplete recovery/partial remission] was 36.2%.
Hematologic improvement (HI) of any kind was documented in 37.7% of all patients. HI was also documented in 27.1% of patients who were unresponsive to treatment.nMedian overall survival (OS) was 18 months for responders and 12 months for nonresponders (p=0.005). In the unresponsive patient group, any HI improved OS compared to patients without any HI (median OS was 14 months versus 10 months, p=0.068). Eastern Cooperative Oncology Group performance status of <2, increasing number of AZA cycles (≥5 courses), and any HI predicted better OS. Age, AML type, and BM blast percentage had no impact.
Conclusion: We conclude that AZA is effective and well tolerated in elderly comorbid AML patients, irrespective of BM blast count, and HI should be considered a sufficient response to continue treatment with AZA.

3.The Prognosis of Adult Burkitt’s Cell Leukemia in Real-Life Clinical Practice
Ümit Yavuz Malkan, Gürsel Güneş, Hakan Göker, İbrahim C. Haznedaroğlu, Kadir Acar, Eylem Eliaçık, Sezgin Etgül, Tuncay Aslan, Seda Balaban, Haluk Demiroğlu, Osman İ. Özcebe, Nilgün Sayınalp, Salih Aksu, Yahya Büyükaşık
doi: 10.4274/tjh.2015.0088  Pages 281 - 285
Amaç: Yapılan birçok çalışmada Burkitt lenfomanın seyrinin düzeldiği, hatta kemik iliği nakli ihtiyacının ortadan kalktığı ileri sürülmektedir. Ancak birkaç ileriye dönük çalışma haricinde, güncel tedavi yöntemleri altında hastalığın lösemik formunun seyri hakkında araştırma yapılmamıştır. Bu çalışmanın amacı Burkitt hücreli lösemi (BHL) hastalarının klinik seyrinin, benzer tedavi alan ve transplantasyon uygulanmayan diğer akut lenfoblastik lösemi (ALL) hastaları ve ilk remisyonlarında allojenik kök hücre nakli (AKHN) uygulanan ALL hastalarıyla kıyaslanmasıdır.
Gereç ve Yöntem: Geriye dönük olarak tasarlanan bu çalışmaya yaşları 16 ile 63 arasında değişen, 2000 ile 2014 yılları arasında Hacettepe ve Gazi Üniversitesi Hastaneleri’ne başvurup kür amacıyla intensif tedavi verilen BHL hastaları alınmıştır. Transplantasyon haricinde benzer tedavi protokolüyle tedavi edilen tüm ALL hastaları (NT-ALL) ve aynı dönemde ilk tam remisyonlarında AKHN uygulanan hastalar (T-ALL) kontrol grupları olarak çalışmaya alınmışlardır.
Bulgular: Santral sinir sistemi ya da ekstra medüller tutulum hızları, tanı anındaki laktat dehidrogenaz düzeyleri ve beyaz küre sayısı BHL hastalarında NT-ALL hastalarına göre istatistiksel olarak anlamlı olacak şekilde daha yüksekti. BHL hastaları T-ALL hastalarıyla benzer hastalıksız sağkalım (HS) süresine sahip olmakla beraber, NTALL hastalarında HS süresi önemli oranda azalmıştı. Kümülatif nüks insidansı ve kümülatif nüks dışı ölümler NT-ALL hastalarında T-ALL ve BHL hastalarında kıyasla daha fazlaydı.
Sonuç: Sonuç olarak, geniş kabul gören modern bir rejim olan R-HyperCVAD ile tedavi edilen BHL hastalarında HS süresi allojenik transplantasyon uygulanmış diğer ALL hastaları ile benzer bulundu. Bizim çalışmamızın sonuçları, literatürde ileri dönük dizayn edilmiş ancak kontrol grupları ile karşılaştırma olmadan yapılmış ve BHL’de transplantasyon gerekmediğini öne süren az sayıdaki çalışma ile örtüşmektedir.
Objective: Many studies reported an improved prognosis in patients with Burkitt’s lymphoma obviating the need of stem cell transplantation. However, prognosis of the advanced disease [i.e. Burkitt’s cell leukemia (BCL)] has not been reported with current treatment modalities except for a few prospective trials. The aim of this study is to compare the prognoses of BCL patients with similarly treated and nontransplanted patients with other types of acute lymphoblastic leukemia (ALL) and with ALL patients that underwent
allogeneic stem cell transplantation (ASCT) in their first remissions.
Materials and Methods: In this retrospective analysis, BCL patients aged between 16 and 63 who were admitted between 2000 and 2014 to the hospitals of Hacettepe or Gazi University and were treated with intensive therapies aimed at cure were included. All ALL patients who were treated with a similar protocol not including transplantation during the same period (NT-ALL group) and all ALL patients who underwent ASCT in the first complete remission during the same period (T-ALL group) served as control groups.
Results: The central nervous system or extramedullary involvement rates, lactate dehydrogenase levels, and white blood cell counts at diagnosis were higher in the BCL group than the NT-ALL group and these differences were significant. BCL patients had disease-free survival (DFS) durations comparable with the T-ALL cohort but NTALL patients had significantly shorter DFS durations. Both cumulative relapse incidence and cumulative nonrelapse mortality were higher in NT-ALL patients compared to the T-ALL group and BCL patients.
Conclusion: DFS in BCL patients treated with a widely accepted modern regimen, R-HyperCVAD, is comparable to results in other ALL patients receiving allogeneic transplantation. Our results are in agreement with a few prospective noncomparative studies suggesting no further need for stem cell transplantation in BCL.

4.Expression Profiles of the Individual Genes Corresponding to the Genes Generated by Cytotoxicity Experiments with Bortezomib in Multiple Myeloma
Mehdi Ghasemi, Semih Alpsoy, Seyhan Türk, Ümit Y. Malkan, Şükrü Atakan, İbrahim C. Haznedaroğlu, Gürsel Güneş, Mehmet Gündüz, Burak Yılmaz, Sezgin Etgül, Seda Aydın, Tuncay Aslan, Nilgün Sayınalp, Salih Aksu, Haluk Demiroğlu, Osman İ. Özcebe, Yahya Büyükaşık, Hakan Göker
doi: 10.4274/tjh.2015.0145  Pages 286 - 292
Amaç: Multipl miyelom (MM) günümüzde uygulanan yeni MM tedavilerine rağmen, refrakter hastalığın relapsı nedeniyle kür edilemeyen bir hastalıktır. In silico çalışmalar, MM’nin kronik seyrine karşı verilen klinikopatolojik savaşta alınan kararlar açısından oldukça önemlidir. Buradaki in silico çalışmanın amacı, bortezomib için yapılmış sitotoksisite çalışmalarında ortaya çıkan genlerle eşleşen özgün genleri ortaya koymaktır.
Gereç ve Yöntem: Biz bu çalışmada, potansiyel biyobelirteçleri ortaya koymak için araştırma konusuna uygun bir şekilde türetilmiş özetleyici veri seti üreterek in silico literatür taraması gerçekleştirdik. “Wellcome Trust Sanger” enstitüsünün 8 miyelom hücre serisi de olmak üzere toplam 789 kanser hücre serisini ilaç tarama verileriyle beraber içeren E-MTAB-783 veri seti ArrayExpress’den elde edilip, GeneSpring v.12.5 kullanılarak “Robust Multi-array analysis” normalize edildi. İlaç toksisite verisi “Genomics of Drug Sensitivity in Cancer” projesinden elde edildi. Biz bu çalışmada, eşleşen genleri saptamak amacıyla, gen ekspresyon değerleri ve IC50 verileri arasındaki istatistiksel açıdan anlamlı korelasyonları lineer regresyon temelli yaklaşım uygulayarak araştırdık. Sekiz hücre serisinde gen kesişimi tespit edildi ve bu hücre serileri ileri analiz için kullanıldı.
Bulgular: Kullandığımız lineer regresyon modeli sayesinde 73 genin ve bazı gen ekspresyon düzeylerinin, bortezomibin IC50 değeri ile çok yakın korelasyon gösterdiğini tespit ettik. Tüm 73 geni hiyerarşik küme analizi ile incelediğimizde, iki ana kümede toplanan hücrelerin, görece duyarlı ve dirençli hücreler olduğunu gördük. Bütün önemli genlerin moleküler yolak ve fonksiyon analizi, yolaklara dahil olan genlerle beraber incelenmiştir.
Sonuç: Gerçekleştirdiğimiz bu in silico çalışmada ortaya konan veriler, MM genomiğinin anlaşılması ve bortezomib gibi hedefe yönelik miyelom tedavilerinin daha iyi yönetilebilmesi açısından önemlidir.
Objective: Multiple myeloma (MM) is currently incurable due to refractory disease relapse even under novel anti-myeloma treatment. In silico studies are effective for key decision making during clinicopathological battles against the chronic course of MM. The aim of this present in silico study was to identify individual genes whose expression profiles match that of the one generated by cytotoxicity experiments for bortezomib.
Materials and Methods: We used an in silico literature mining approach to identify potential biomarkers by creating a summarized set of metadata derived from relevant information. The E-MTAB-783 dataset containing expression data from 789 cancer cell lines including 8 myeloma cell lines with drug screening data from the Wellcome Trust Sanger Institute database obtained from ArrayExpress was “Robust Multi-array analysis” normalized using GeneSpring v.12.5. Drug toxicity data were obtained from the Genomics of Drug Sensitivity in Cancer project. In order to identify individual genes whose expression profiles matched that of the one generated by cytotoxicity experiments for bortezomib, we used a linear regressionbased approach, where we searched for statistically significant correlations between gene expression values and IC50 data. The intersections of the genes were identified in 8 cell lines and used for further analysis.
Results: Our linear regression model identified 73 genes and some genes expression levels were found to very closely correlated with bortezomib IC50 values. When all 73 genes were used in a hierarchical cluster analysis, two major clusters of cells representing relatively sensitive and resistant cells could be identified. Pathway and molecular function analysis of all the significant genes was also investigated, as well as the genes involved in pathways.
Conclusion: The findings of our present in silico study could be important not only for the understanding of the genomics of MM but also for the better arrangement of the targeted anti-myeloma therapies, such as bortezomib.

5.The Effect of Hyperparathyroid State on Platelet Functions and Bone Loss
Göknur Yorulmaz, Aysen Akalın, Olga Meltem Akay, Garip Şahin, Cengiz Bal
doi: 10.4274/tjh.2015.0087  Pages 293 - 298
Amaç: Koagülasyon ve fibrinoliz bozuklukları primer hiperparatiroidili hastalarda rapor edilmekle beraber bu hasta grubunda trombosit işlevlerine ilişkin yeterli veri yoktur. Bu nedenle primer ve sekonder hiperparatiroidisi olan hastalarda ve sağlıklı kontrol grubunda
trombosit fonksiyonlarını değerlendirmeyi ve gruplar arasında farkı karşılaştırmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza 25 primer hiperparatiroidisi (PHPT) olan hasta, 25 sekonder hiperparatiroidisi (SHPT) olan hasta ve 25 kontrol grubu dahil edildi. Trombosit fonksiyonları trombositten zengin plazma ve epinefrin, adenozin difosfat (ADP), kollajen ve ristosetinle trombosit agregasyon testleri yapılarak değerlendirildi. Trombosit aktivasyon düzeyini gösteren serum P selektin düzeyleri tüm hastalarda ölçüldü. Kemik mineral dansitometresi tüm hastalarda
değerlendirildi.
Bulgular: PHPT ve SHPT’li hastalar ve kontrol grubunun trombosit fonksiyon testleri ve serum P selektin düzeyleri arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir fark saptanmadı. Parathormon düzeyi ile agregasyon parametreleri (ristosetin, epinefrin, kollajen, ve ADP: sırasıyla p=0,446, 0,537, 0,346 ve 0,302) ve P selektin (p=0,516) düzeyi arasında da anlamlı bir korelasyon saptanmadı. Hastalar kalsiyum düzeylerine göre hiperkalsemik ve normokalsemik olarak ayrıldıklarında da agregasyon parametreleri ve P selektin düzeyleri arasında anlamlı fark saptanmadı. Hasta gruplarımızda trombosit fonksiyonları, P selektin düzeyi, serum kalsiyum düzeyileri arasında istatistiksel açıdan anlamlı fark bulunmadı. Kemik kaybı PHPT’li olan grupta daha belirgindi.
Sonuç: Agregasyon testleri ile değerlendirildiğinde PHPT veya SHPT ve serum kalsiyum düzeylerinin trombosit fonksiyonları üzerine belirgin etkisi yoktur.
Objective: Coagulation and fibrinolysis defects were reported in primary hyperparathyroid patients. However, there are not enough data regarding platelet functions in this group of patients. Our aim was to evaluate the platelet functions in primary and secondary hyperparathyroid patients and to compare them with healthy subjects.
Materials and Methods: In our study 25 subjects with primary hyperparathyroidism (PHPT), 25 subjects with secondary hyperparathyroidism (SHPT), and 25 healthy controls were included. Platelet functions of the subjects were evaluated by using plateletrich plasma and platelet aggregation tests induced with epinephrine, adenosine diphosphate (ADP), collagen, and ristocetin. Serum P selectin levels, which indicate platelet activation level, were measured in all subjects. Bone mineral densitometry was performed for all patients.
Results: There was no significant difference between the groups with PHPT and SHPT and the control group regarding the platelet aggregation tests and serum P selectin levels. There was also no significant correlation between parathormone levels and aggregation parameters (ristocetin, epinephrine, collagen, and ADP: respectively p=0.446, 0.537, 0.346, and 0.302) and between P selectin (p=0.516) levels. When we separated the patients according to serum calcium levels, there was also no significant difference between aggregation parameters and serum P selectin levels between the patients with hypercalcemia and the patients with normocalcemia. We could not find any significant correlation between aggregation parameters, P selectin levels, and serum calcium levels in this group of patients. Bone loss was greater in patients with PHPT.
Conclusion: There is no significant effect of PHPT or SHPT and serum calcium levels on platelet functions when evaluated by aggregation tests.

6.Warfarin Dosing and Time Required to Reach Therapeutic International Normalized Ratio in Patients with Hypercoagulable Conditions
Pushpinderdeep Kahlon, Shahzaib Nabi, Adeel Arshad, Absia Jabbar, Ali Haythem
doi: 10.4274/tjh.2015.0271  Pages 299 - 303
Amaç: Bu çalışmanın amacı kontrollerle karşılaştırıldığında hiperkoagülabilite durumları olan hastalarda terapötik uluslararası düzeltme oranında (INR) 2 ile 3 aralığına ulaşmak için gerekli warfarin doz ve antikoagülan süresindeki farklılığı analiz etmektir. Bildiğimiz kadarıyla; bu farklılığı tarifleyen literatürdeki ilk çalışmadır.
Gereç ve Yöntem: Retrospektif dosya taraması 3. basamak hastanede yapıldı. Toplam çalışmaya alınan hasta sayısı 622 idi. Venöz tromboembolizmi olan bu hastalardan 125’inin hiperkoagülabilite sendromu olup yaş, cins ve etnik kökeni aynı 497 kontrol hastasında hiperkoagülabilite sendromu yoktu.
Bulgular: Hastalarda terapötik INR’ye ulaşmak için gerekli total warfarin dozu (50,7±17,6 mg) kontrollerin dozu (41,2±17,7 mg) ile karşılaştırıldığında yüksekti. Terapötik INR’ye ulaşmak için gerekli total gün sayısı hastalarda 8,9±3,5 gün olup kontrollerde 6,8±2,9 gün idi. Her iki karşılaştırmada da istatistiksel farklılık anlamlı bulundu (p<0,001).
Sonuç: Hiperkoagülabilite durumları olan hastalarda terapötik INR’ye ulaşmak için kontrollere göre yaklaşık 10 mg ek total warfarin dozu ve ortalama 2 ek gün gereklidir.
Objective: The purpose of this study was to analyze the difference in duration of anticoagulation and dose of warfarin required to reach a therapeutic international normalized ratio [(INR) of 2 to 3] in patients with hypercoagulable conditions as compared to controls. To our knowledge, this study is the first in the literature to delineate such a difference.
Materials and Methods: A retrospective chart review was performed in a tertiary care hospital. The total study population was 622. Cases (n=125) were patients with a diagnosis of a hypercoagulable syndrome who developed venous thromboembolism. Controls (n=497) were patients with a diagnosis of venous thromboembolism in the absence of a hypercoagulable syndrome and were matched for age, sex, and race.
Results: The total dose of warfarin required to reach therapeutic INR in cases was higher (50.7±17.6 mg) as compared to controls (41.2±17.7 mg). The total number of days required to reach therapeutic INR in cases was 8.9±3.5 days as compared to controls (6.8±2.9 days). Both of these differences were statistically significant (p<0.001).
Conclusion: Patients with hypercoagulable conditions require approximately 10 mg of additional total warfarin dose and also
require, on average, 2 extra days to reach therapeutic INR as compared to controls.

7.Early Changes of Mannose-Binding Lectin, H-Ficolin, and Procalcitonin in Patients with Febrile Neutropenia: A Prospective Observational Study
Sibel Işlak Mutcalı, Neşe Saltoğlu, İlker İnanç Balkan, Reşat Özaras, Mücahit Yemişen, Bilgül Mete, Fehmi Tabak, Ali Mert, Recep Öztürk, Şeniz Öngören, Zafer Başlar, Yıldız Aydın, Burhan Ferhanoğlu, Teoman Soysal
doi: 10.4274/tjh.2014.0385  Pages 304 - 310
Amaç: Febril nötropenik (FEN) hastalarda mannoz-bağlayıcı lektin (MBL) ve H-fikolin eksikliğinin önemi ve bu belirteçlerin enfeksiyon atağı sırasında ardışık C-reaktif protein (CRP) ve prokalsitonin (PCT) ölçümleri ile korelasyonu araştırılmıştır.
Gereç ve Yöntem: Bu tek merkezli prospektif gözlemsel çalışmaya, hematolojik malignite nedeniyle izlenen ve “mikrobiyolojik olarak doğrulanmış enfeksiyon”, “klinik olarak dökümante edilmiş enfeksiyon” veya “nedeni bilinmeyen ateş” tanıları konulan hastalar dahil edilmiştir. Serum CRP, PCT, MBL ve H-fikolin düzeyleri; başlangıçta (hastaneye başvuru ile kemoterapi başlangıcı arasında), ateş atağının başında ve 72. saatinde olmak üzere üç ayrı zamanda ölçülmüştür.
Bulgular: Kırk altı (%54 erkek, ortalama yaş 41,7) hastada gelişen 61 ayrı FEN atağı değerlendirildi. Hastaların 11’inde (%23,9) “mikrobiyolojik doğrulanmış enfeksiyon”, 17’sinde (%37) “klinik dökümante enfeksiyon”, 18’inde (%39,1) ise nedeni bilinmeyen ateş mevcut idi. Başlangıç MBL düzeyi (<500 ng/mL) yedi hastada, H-fikolin düzeyi ise (<12,000 ng/mL) 14 hastada düşük bulundu. Bazal MBL ve H-fikolin düzeylerinin ateşin birinci ve üçüncü gününde anlamlı olarak değişmediği belirlendi (p=0,076). Başlangıç MBL düzeyi düşük olan hastalarda gram-negatif bakteremilerin daha sık ortaya çıktığı saptandı (p=0,006). PCT düzeyleri “mikrobiyolojik olarak doğrulanmış” enfeksiyonu bulunanlarda anlamlı olarak daha yüksekti. Medyan PCT düzeyleri tüm FEN epizodlarında anlamlı olarak yükselmiş bulundu.
Sonuç: Ciddi bakteremilerin ön görülmesi açısından serum H-fikolin düzeylerinin izlenmesinin yararı olmadığı gösterildi. Düşük bazal MBL düzeyleri ile yüksek gram-negatif bakteremi riski arasında ilişkili olduğu belirlenmekle birlikte izlemde anlamlı korelasyon gösterilemedi. Bakteremi olgularının izleminde daha hızlı ve özgül veriler elde edebilmek için PCT düzeylerinin yakın izleminin gerekli olduğu sonucuna varıldı.
Objective: The significance of mannose-binding lectin (MBL) and H-ficolin deficiency in febrile neutropenic (FN) patients and the correlation of these markers along with consecutive C-reactive protein (CRP) and procalcitonin (PCT) levels during the infectious process are investigated.
Materials and Methods: Patients with any hematological malignancies who were defined to have “microbiologically confirmed infection”, “clinically documented infection”, or “fever of unknown origin” were included in this single-center prospective observational study. Serum levels of CRP, PCT, MBL, and H-ficolin were determined on 3 separate occasions: at baseline (between hospital admission and chemotherapy), at the onset of fever, and at the 72nd hour of fever.
Results: Forty-six patients (54% male, mean age 41.7 years) with 61 separate episodes of FN were evaluated. Eleven patients (23.9%) had “microbiologically confirmed infection”, 17 (37%) had “clinically documented infection”, and 18 (39.1%) had “fever of unknown origin”. Fourteen (30.4%) patients had low (<500 ng/mL) initial MBL levels and 7 (15.21%) had low (<12,000 ng/mL) H-ficolin levels. Baseline MBL and H-ficolin levels did not significantly change on the first and third days of fever (p=0.076). Gram-negative bacteremia more frequently occurred in those with low initial MBL levels (p=0.006). PCT levels were significantly higher in those with microbiologically documented infections. Mean and median PCT levels were significantly higher in cases with bacteremia. There was no significant difference between hemoculture-positive and-negative patients in terms of CRP levels.
Conclusion: Monitoring serum H-ficolin levels was shown to be of no benefit in terms of predicting severe infection. Low baseline MBL levels were correlated with high risk of gram-negative bacteremia; however, no significant correlation was shown in the follow-up. Close monitoring of PCT levels is warranted to provide more accurate and specific data while monitoring cases of bacteremia.

8.Prospective Evaluation of Infection Episodes in Cancer Patients in a Tertiary Care Academic Center: Microbiological Features and Risk Factors for Mortality
Nursel Çalık Başaran, Ergun Karaağaoğlu, Gülşen Hasçelik, Mine Durusu Tanrıöver, Murat Akova
doi: 10.4274/tjh.2015.0216  Pages 311 - 319
Amaç: Enfeksiyonlar, kanser hastalarında önde gelen morbidite ve mortaliteleri nedeni olmuşlardır. Bu çalışmada hastanede yatan kanser hastalarında enfeksiyonların sıklığını, tiplerini, etiyolojilerini ve enfeksiyon gelişimi ve mortalite için risk faktörlerini belirlemeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Üçüncü basamak bir üniversite hastanesinin iç hastalıkları servislerinde Ocak-Ağustos 2004 tarihleri arasında izlenmiş olan erişkin kanser hastaları dahil edildi. Yatış süreleri boyunca nötropeni, enfeksiyonlar, kültür sonuçları ve mortalite açısından prospektif olarak izlendiler.
Bulgular: Toplam 473 kanser hastasının 818 hastaneye yatış atağı izlendi. Toplam 818 yatış atağı sırasında 384 (%46) enfeksiyon atağı gözlendi- %79’u nozokomiyaldi. Febril nötropeni (FN) tüm atakların 196’sında (%51) görüldü. Bakteremi, FN ataklarının %29’unda ve nötropenik olmayan hastaların %8’inde görüldü. Gram-pozitifler hem nötropenik olan hem de olmayan hastalardaki bakteremilerin önde gelen etkeni olarak görüldü (%70 ve %58, sırasıyla). Santral kateter varlığının bakteremi riskini 3 kat artırdığı görüldü. Toplam mortalite %17 iken bakteremisi olan hastalarda mortalite %34 saptandı. Bakteremi varlığı ve ileri evre hastalık toplam mortaliteyi, sırasıyla, 6,1
ve 3,7 kat artırmaktaydı.
Sonuç: Hastanede yatan kanser hastalarının neredeyse yarısında en azından bir enfeksiyon gelişmektedir ve bu enfeksiyonlarda grampozitifler hakimdir. Bu bilgiler, 2004 yılına kadar kanser hastalarında en sık görülen mikroorganizmaların gram-negatif mikroorganizmalar olduğu göz önüne alındığında, enfeksiyonlarda değişen eğilimler olduğunu göstermektedir.
Objective: We aimed to determine the frequency, type, and etiology of infections and the risk factors for infections and mortality in hospitalized cancer patients.
Materials and Methods: We prospectively enrolled adult cancer patients hospitalized in the internal medicine wards of a tertiary care academic center between January and August 2004. Patients were followed during their hospitalization periods for neutropenia, infections, culture results, and mortality.
Results: We followed 473 cancer patients with 818 hospitalization episodes and 384 infection episodes in total. Seventy-nine percent of the infections were nosocomial, and febrile neutropenia (FN) was observed in 196 (51%) of the infection episodes. Bacteremia was found in 29% of FN episodes and in 8% of nonneutropenic patients. Gram-positive bacteria were the leading cause of bacteremia in both
neutropenic and nonneutropenic cases (70% and 58%, respectively). Presence of an indwelling central catheter increased bacteremia risk
by 3-fold. The overall mortality rate was 17%, whereas 34% of the patients with bloodstream infections died. Presence of bacteremia and advanced disease stage increased overall mortality by 6.1-fold and 3.7-fold, respectively.
Conclusion: Nearly half of the cancer patients developed an infection during their hospital stays, with gram-positive bacteria being the
predominant etiologic microorganisms. This demonstrates the changing trends in infections considering that, until 2004, gramnegative bacteria were the most predominant microorganisms among cancer patients in our institute.

9.Effect of Hereditary Hemochromatosis Gene H63D and C282Y Mutations on Iron Overload in Sickle Cell Disease Patients
Yunus Kasım Terzi, Tuğçe Bulakbaşı Balcı, Can Boğa, Zafer Koç, Zerrin Yılmaz Çelik, Hakan Özdoğu, Sema Karakuş, Feride İffet Şahin
doi: 10.4274/tjh.2015.0254  Pages 320 - 325
Amaç: Hemokromatozis, demir birikiminin önemli nedenlerinden biri olan otozomal resesif bir hastalıktır. Orak hücreli anemi, hemoglobin genindeki homozigot mutasyon sonucu ortaya çıkan bir hemoglobinopatidir. Eritrosit transfüzyonu, bu hastalığın tedavisinde sıklıkla kullanılmaktadır. Transfüzyonun yarattığı demir yükü diğer hemoglobinopatilerde olduğu gibi orak hücreli anemi hastalarının mortalite ve morbiditesinde önem kazanmaktadır. Bu çalışmada hemokromatozis geni (HFE) p.H63D ve p.C282Y mutasyonlarının, homozigot hemoglobin S mutasyonu taşıyan orak hücreli anemi hastalarında, kalp ve karaciğerde transfüzyonla ilişkili demir yüklenmesine olan etkisi araştırılmıştır.
Gereç ve Yöntem: Bu çalışma, homozigot hemoglobin S mutasyonu olan hastalarda 2008-2013 yıllarını kapsayan prospektif, tek merkezli kesitsel bir çalışmadır. Hastalar şelasyon tedavisi alan (n=31) ve almayan (n=13) olarak iki gruba ayrıldı. Hastalarda direk ve endirekt demir yükü sırasıyla manyetik rezonans görüntüleme ve biyokimyasal olarak analiz edildi. HFE geni mutasyon analizi polimeraz zincir reaksiyonu-restriksiyon fragment uzunluk polimorfizmi yöntemleri ile gerçekleştirildi. İstatistik analizi Independent samples t-testi uygulanarak gerçekleştirildi.
Bulgular: p.H63D mutasyonu grup A’da 10 hastada (%32,3), grup B’de ise sadece 1 (%7,7) hastada saptandı. Demir birikimi açısından gruplar karşılaştırıldığında karaciğerde demir birikiminin grup B’de istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek olduğu görülmüştür (p<0,05). Grup A’da, mutasyonu olan bireylerde olmayanlara göre karaciğerdeki demir birikiminin istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek olduğu görülmüştür (p=0,05).
Sonuç: Bu çalışmanın sonucu HFE genindeki mutasyonların, orak hücreli anemi hastalarında karaciğerde demir birikimi üzerinde etkili olduğunu göstermektedir.
Objective: Hemochromatosis is an autosomal recessive disease that is one of the most important reasons for iron overload. Sickle cell disease is a hemoglobinopathy that occurs as a result of a homozygous mutation in the hemoglobin gene. Erythrocyte transfusion is frequently used in the treatment of this disease. Iron overload as a result of transfusion is important in the mortality and morbidity of sickle cell anemia patients as well as in other hemoglobinopathies. In this study, the effect of hemochromatosis gene (HFE) p.H63D and p.C282Y mutations on transfusion-related cardiac and liver iron overload in sickle cell disease patients who carry homozygous hemoglobin S mutation has been investigated.
Materials and Methods: This is a prospective single-center crosssectional study in patients with homozygous hemoglobin S mutation between the years 2008 and 2013. The patients were divided into two groups. The first group (group A, n=31) was receiving chelation therapy and the second group (group B, n=13) was not. Direct and indirect iron loads were analyzed by magnetic resonance imaging and biochemically, respectively. HFE gene mutations were analyzed by polymerase chain reaction-restriction fragment length polymorphism method. Statistical analyses were performed by independent samples t-test.
Results: p.H63D mutation was detected in 10 (32.3%) patients in group A and in only 1 patient (7.7%) in group B. When the 2 groups were compared for iron overload, iron deposition in the liver was significantly higher in group B (p=0.046). In addition, in group A, iron deposition was significantly higher in HFE mutation carriers compared to patients without the mutation (p=0.05).
Conclusion: Results of this study showed that HFE gene mutations are important in iron deposition in the liver in patients with sickle cell disease.

10.Health-Related Quality of Life, Depression, Anxiety, and Self-Image in Acute Lymphocytic Leukemia Survivors
Birol Baytan, Çiğdem Aşut, Arzu Çırpan Kantarcıoğlu, Melike Sezgin Evim, Adalet Meral Güneş
doi: 10.4274/tjh.2015.0356  Pages 326 - 330
Amaç: Akut lenfoblastik lösemide (ALL) sağkalım oranlarının artmasıyla tedavinin uzun süreli yan etkileri önemli hale gelmiştir. Bu çalışmanın amacı da ALL sağkalanlarında, sağlıkla ilişkili yaşam kalitesi, depresyon, anksiyete ve kendilik imajını incelemektir.
Gereç ve Yöntem: ALL tanısı almış 50 çocuk ile onların aynı sayıdaki sağlıklı kardeşleri çalışmaya dahil edilmiştir. Verileri toplamak için, Kovaks Çocuklar için Depresyon Anketi, Durumluluk-Sürekli Kaygı Envanteri, Offer Kendilik İmajı anketi ve Pediatric Quality of Life InventoryTM kullanılmıştır. Gruplar arası farklar ANOVA yöntemi kullanılarak araştırılmıştır.
Bulgular: ALL sağkalanlarının, kardeşlerine göre, depresyon ve anksiyete puanları anlamlı olarak fazladır. Ayrıca, benlik imajlarının daha olumsuz, yaşam kalitelerinin daha düşük idi.
Sonuç: ALL tedavisi sırasında ve sonrasında olası duygusal yan etkiler için sürekli tanısal ve girişimsel mental sağlık servisleri gerekli olabilir. Tedavi sırasında ve sonrasında ALL’li çocuklar için rehabilitasyon ve izlem programları uygulanmalıdır.
Objective: With increasing survival rates in childhood acute lymphocytic leukemia (ALL), the long-term side effects of treatment have become important. Our aim was to investigate health-related quality of life, depression, anxiety, and self-image among ALL survivors.
Materials and Methods: Fifty patients diagnosed with ALL and their siblings were enrolled. The Kovacs Children’s Depression Inventory, State-Trait Anxiety Inventory, Offer Self-Image Questionnaire, and Pediatric Quality of Life InventoryTM were used for collecting data. ANOVA tests were used to determine if there were any significant differences between groups.
Results: ALL survivors had higher depression, more anxiety symptoms, lower quality of life, and more negative self-image when compared to their siblings.
Conclusion: Continuous diagnostic and interventional mental health services might be necessary for possible emotional side effects of treatment during and after the treatment. Rehabilitation and followup programs should be implemented for children during and after treatment for ALL.

BRIEF REPORT
11.Clinical Courses of Two Pediatric Patients with Acute Megakaryoblastic Leukemia Harboring the CBFA2T3-GLIS2 Fusion Gene
Mayu Ishibashi, Tomoko Yokosuka, Masakatsu Yanagimachi, Fuminori Iwasaki, Shin-ichi Tsujimoto, Koji Sasaki, Masanobu Takeuchi, Reo Tanoshima, Hiromi Kato, Ryosuke Kajiwara, Fumiko Tanaka, Hiroaki Goto, Shumpei Yokota
doi: 10.4274/tjh.2016.0008  Pages 331 - 334
Down sendromu (DS) olmayan çocuklarda akut megakaryoblastik löseminin (AMKL) prognozu çok kötü ve 3 yıllık sağkalım %40’ın altında iken, DS’li çocuklarda AMKL’nin sağkalım oranı mükemmeldir. Yakın zamanda, DS olmayan AMKL’li çocukların yaklaşık %30’unda CBFA2T3 ve GLIS2’yi içeren yeni bir tekrarlayan translokasyon tanımlandı ve füzyon geninin pediatrik AMKL olgularında kötü prognoz ile ilişkili güçlü bir prognostik belirteç olduğu bildirildi. CBFA2T3-GLIS2 füzyon genini taşıyan AMKL tanılı pediatrik hastalarda sorunlu klinik seyri bildiriyoruz.
Acute megakaryoblastic leukemia (AMKL) in children without Down syndrome (DS) has an extremely poor outcome with 3-year survival of less than 40%, whereas AMKL in children with DS has an excellent survival rate. Recently, a novel recurrent translocation involving CBFA2T3 and GLIS2 was identified in about 30% of children with non-DS AMKL, and the fusion gene was reported as a strong poor prognostic factor in pediatric AMKL. We report the difficult clinical courses of pediatric patients with AMKL harboring the CBFA2T3-GLIS2 fusion gene.

12.Evaluation of Insulin-like Growth Factor-1 and Insulin-like Growth Factor Binding Protein-3 Expression Levels in Patients with Chronic Lymphocytic Leukemia
Mesut Ayer, Abdullah Sakin, Selim Ay, Aylin Ayer, Elif Gökçen Sazak, Melih Aktan
doi: 10.4274/tjh.2016.0075  Pages 335 - 338
Amaç: Kronik lenfositik lösemi (KLL) olgun görünümlü B lenfositlerin hastalığıdır. İnsülin-benzeri büyüme faktörü-1 (IGF-1), mitojenik ve antiapoptotik etkili küçük peptid hormondur ve insülin-benzeri büyüme faktörü bağlayıcı protein-3 (IGFBP-3) ise hücre üzerinde antiproliferative etki gösterir. Çalışmamızda, KLL hasta grubu ve kontrol grubunda plazma IGF-1 ve IGFBP-3 düzeylerini ve prognostik faktörlerle ilişkisini karşılaştırdık.
Gereç ve Yöntemler: Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji Bölümü’nde takip edilen yeni tanı almış KLL hastaları ile kontrol grubu çalışmaya dahil edilmiştir. Hastalar Rai sistemine göre evrelendirilmiştir. İstatistiksel analiz SPSS for Windows version 17.0 kullanılarak yapılmıştır.
Bulgular: Kırk üç hasta [16 kadın (%37) ve 27 erkek (%63)] çalışmaya alınmıştır. Kontrol grubu 21 kişiden (11 kadın, 10 erkek) oluşmuştur. Hasta grubunda ortanca yaş 65±9 (18-63), kontrol grubunda 68±8’dir (18-63). Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında; çalışma grubunda plazma IGF-1 düzeyi yüksek; IGFBP-3 düzeyi düşük, IGF-I/IGFBP-3 oranı ise yüksek olarak bulunmasına rağmen istatistiksel yönden anlamlı değildi (p>0,05). Çalışma grubunda plazma IGF-1 düzeyi yüksekliği ile Rai ileri evresi paralellik gösteriyordu. Diğer gruplarla istatistiksel yönden anlamlı farklılık yoktu (p=0,105).
Sonuç: Çalışma grubunda, plazma IGF-1 düzeyi kontrol grubundan daha yüksek, IGFBP-3 düzeyi ise düşük bulundu, bununla beraber istatistiksel yönden anlamlı farklılık yoktu. Plazma IGF-1 düzeyi yüksekliği ile Rai ileri evresi uyumlu idi. Bu sonuçlar bize, IGF-1 düzeyinin KLL hastalarında tümor yükü ve Rai evresi ile ilişkili olduğunu ve prognostik faktör olarak değerli olabileceğini düşündürmüştür. Bu sonuçları destekleyebilmek için daha geniş kapsamlı çalışmalara ihtiyaç vardır.
Objective: Chronic lymphocytic leukemia (CLL) is a disease of nonproliferating and mature-appearing B lymphocytes. Insulin-like growth factor-1 (IGF-1) is a small peptide hormone and has mitogenic and antiapoptotic effects, and insulin-like growth factor binding protein-3 (IGFBP-3) has antiproliferative effects on cells. In this study, we investigated plasma levels of both IGF-1 and IGFBP-3 in patients with CLL compared with controls, and we compared these plasma levels according to prognostic factors. Materials and Methods: Patients with newly diagnosed CLL who were being followed at the Haseki Training and Research Hospital, İstanbul, Turkey, and volunteers were included in this study. Patients were stratified according to the Rai staging system. Statistical analysis was conducted using SPSS 17.0 for Windows. Results: Forty-three patients [16 women (37%) and 27 men (63%)] were enrolled in this study. Twenty-one volunteers (11 women, 10 men) were included in the control group. The median age of the patients was 65±9 years (range: 18-63 years), and subjects in the control group were 68±8 years old (range: 18-63 years). Even though the plasma levels of IGF-1 were higher and those of IGFBP-3 were lower and the ratio of IGF-I/IGFBP-3 was higher in comparison with the control group, these differences were not statistically significant (p>0.05). In the study group, IGF-1 levels appeared to be increased in parallel to more advanced Rai stages. There were no significant differences between the other groups (p=0.105). Conclusion: Plasma IGF-I levels were found higher in patients than in the control group and plasma IGFBP-3 levels were lower; however, neither result was statistically significant. Plasma IGF level increment was observed in concordance with Rai staging. These results prompted us to think that plasma IGF-1 levels in CLL patients are correlated with tumor burden and Rai staging and therefore could be a valuable prognostic factor. Further comprehensive studies are required to support our results.

13.The Frequency of HLA-A, HLA-B, and HLA-DRB1 Alleles in Patients with Acute Lymphoblastic Leukemia in the Turkish Population: A Case-Control Study
Türkan Patıroğlu, H. Haluk Akar
doi: 10.4274/tjh.2016.0102  Pages 339 - 345
Bu çalışmada akut lenfoblastik lösemili (ALL) hastalarda insan lökosit antijeni alellerinin (A, B, ve DRB1) Türk toplumundaki dağılımını araştırdık. Çalışmaya 90 ALL hastası ve 126 sağlıklı kontrol dahil edildi. Kontrollerle karşılaştırdığımızda ALL hastalarında A*03, DRB1*03, DRB1*04 alellerinin, A*02/B*35/DRB1*13 haplotipinin ve homozigot olarak A*02 alelinin daha sık olarak (sırası ile p=0,006, p=0,003, p=0,002, p=0,01 ve p=0,02) dağıldığını gözlemledik. Aksine A*23, B*13, B*40 ve DRB1*13 alelleri (sırası ile p=0,002, p=0,07, p=0,002 ve p=0,003) ise kontrol grubunda daha fazla olarak saptandı. Ayrıca DRB1*04 ve DRB1*07 alelleri (sırası ile p=0,009 ve p=0,007) risk gruplarına göre yapılan karşılaştırmada sırası ile yüksek ve standart riskli hastalarda daha fazla bulundu. Bu çalışma ile ALL hastalarında Türk toplumu için A*03, DRB1*03, DRB1*04 alelleri, A*02/B*35/DRB1*13 haplotipi ve homozigot formdaki A*02 alelinin bir risk faktörü olabileceği gözlemlendi. Ayrıca DRB1*04 ve DRB1*07 alellerinin risk gruplarının oluşmasında sırası ile yüksek ve standart risk gruplarında daha fazla bulunabileceği tespit edildi.
We studied the frequencies of human leukocyte antigen alleles (A, B, and DRB1) in 90 patients with acute lymphoblastic leukemia (ALL) and then compared them with 126 controls in this study. Although the frequencies of the A*03 allele, the DRB1*03 allele, the DRB1*04 allele, the A*02/B*35/DRB1*13 haplotype, and homozygosity of A*02 were higher in patients (p=0.006, p=0.003, p=0.002, p=0.01, and p=0.02, respectively), the frequencies of the A*23, B*13, B*40, and DRB1*13 alleles were lower (p=0.002, p=0.07, p=0.002, and p=0.003, respectively) in patients than controls. The frequencies of the DRB1*04 and DRB1*07 alleles were higher in patients in the high-risk group and standard-risk group, respectively (p=0.009 and p=0.007, respectively). This study indicated that the frequency of the A*03 allele, the DRB1*03 allele, the DRB1*04 allele, the A*02/B*35/DRB1*13 haplotype, and A*02 homozygosity may play a predisposing role in patients with ALL in the Turkish population. The frequency of the DRB1*04 and DRB1*07 alleles may also be associated with high risk and standard risk in patients with ALL, respectively.

14.Varicella-Zoster Virus Infections in Pediatric Malignancy Patients: A Seven-Year Analysis
Mine Düzgöl, Gülcihan Özek, Nuri Bayram, Yeşim Oymak, Ahu Kara, Bengü Demirağ, Tuba Hilkay Karapınar, Yılmaz Ay, Canan Vergin, İlker Devrim
doi: 10.4274/tjh.2016.0046  Pages 346 - 348
Primer varisella zoster virüs (VZV) enfeksiyonu benign, kendi kendini sınırlayan bir hastalıktır. Bu çalışmada pediatrik malignitesi olan hastalarda VZV enfeksiyonu ve tedavisine odaklı tecrübelerimizi gözden geçirmeyi amaçladık. Çalışma süresi boyunca; VZV enfeksiyonu tanısı alan pediatrik maligniteli toplam 41 hasta hastaneye yatırıldı. Tüm hastalar ortalama 7 gün (5 ila 21 gün arasında değişen) intravenöz asiklovir ile tedavi edildi. VZV enfeksiyonlarına bağlı olarak hesaplanan atfedilebilir kemoterapi gecikmesi ortalama 8 gündü (2 ile 60 gün arasında değişen). VZV enfeksiyonuna bağlı komplikasyonlar 41 hastadan 3’ünde (%7) akut solunum distres sendromu olarak görüldü ve bu hastalardan hemofagositik lenfohistiyositozu olan bir tanesi asiklovir, geniş spektrumlu antibiyotik ve destekleyici tedaviye rağmen solunum yetmezliği nedeniyle kaybedildi. VZV enfeksiyonları, pediatrik malignite hastalarında hala önemli bulaşıcı hastalıklardan biridir, çünkü sadece ciddi mortaliteye sebep olmakla kalmayıp kemoterapi başlangıcını da geciktirmektedir.
Primary varicella-zoster virus (VZV) infection is a benign self-limited disease. In this study, we review our experience in focusing on the outcome and treatment of VZV infection in pediatric malignancy patients. During the study period, a total of 41 patients with pediatric malignancy had been hospitalized with the diagnosis of VZV infection. All the patients were treated with intravenous acyclovir for a median of 7 days (ranging from 5 to 21 days). The calculated attributable delay of chemotherapy due to VZV infections was 8 days (ranging from 2 to 60 days). VZV-related complications were observed in 3 of 41 patients (7%) who suffered from acute respiratory distress syndrome, and one of them with hemophagocytic lymphohistiocytosis died due to respiratory failure despite acyclovir and broad-spectrum antimicrobial treatment plus supportive treatment. VZV infections are still important contagious diseases in pediatric cancer patients, because they cause not only significant mortality but also a delay in chemotherapy.

IMAGES IN HEMATOLOGY
15.Chediak-Higashi Syndrome in Accelerated Phase Masquerading as Acute Leukemia
Mili Jain, Ashutosh Kumar, Uma Shankar Singh, Rashmi Kushwaha
doi: 10.4274/tjh.2015.0446  Pages 349 - 350
Abstract | Full Text PDF

16.Auer Rod-Like Inclusions in Reactive Plasma Cells in a Case of Acute Myeloid Leukemia
Sarita Pradhan
doi: 10.4274/tjh.2015.0399  Pages 351 - 352
Abstract | Full Text PDF

17.Coexistence of Chronic Lymphocytic Leukemia and Acute Myeloid Leukemia
Ivana Milosevic
doi: 10.4274/tjh.2016.0106  Pages 353 - 354
Abstract | Full Text PDF

LETTER TO EDITOR
18.Evaluation of Knowledge of Patients with Hemophilia Regarding Their Diseases and Treatment in Iran
Mehran Karimi, Tahereh Zarei, Sezaneh Haghpanah, Zohreh Zahedi
doi: 10.4274/tjh.2016.0041  Pages 355 - 356
Abstract | Full Text PDF

19.Therapeutic Plasma Exchange Ameliorates Incompatible Crossmatches
Mehmet Özen, Sinan Erkul, Gülen Sezer, Alptekin Erkul, Özlem Genç, Engin Akgül, Ahmet Hakan Vural
doi: 10.4274/tjh.2016.0056  Pages 356 - 358
Abstract | Full Text PDF

20.Megaloblastic Anemia with Ring Sideroblasts is not Always Myelodysplastic Syndrome
Neha Chopra Narang, Mrinalini Kotru, Kavana Rao, Meera Sikka
doi: 10.4274/tjh.2016.0090  Pages 358 - 359
Abstract | Full Text PDF

21.Annular Erythematous Patches as the Presenting Sign of Extranodal Natural Killer/T-Cell Lymphoma
Can Baykal, Algün Polat Ekinci, Şule Öztürk Sarı, Zeynep Topkarcı, Özgür Demir, Nesimi Büyükbabanı
doi: 10.4274/tjh.2016.0071  Pages 360 - 361
Abstract | Full Text PDF

22.Presentation of Diffuse Large B-Cell Lymphoma Relapse as a Penile Mass
Birgül Öneç, Kürşad Öneç, Ali Ümit Esbah, Onur Esbah
doi: 10.4274/tjh.2016.0132  Pages 362 - 363
Abstract | Full Text PDF

23.Successful Treatment of Disseminated Fusariosis with the Combination of Voriconazole and Liposomal Amphotericin B
Nur Efe İris, Serkan Güvenç, Tülay Özçelik, Aslıhan Demirel, Safiye Koculu, Esin Çevik, Mutlu Arat
doi: 10.4274/tjh.2016.0128  Pages 363 - 364
Abstract | Full Text PDF

24.NOS3 27-bp and IL4 70-bp VNTR Polymorphisms Do Not Contribute to the Risk of Sickle Cell Crisis
Henu Verma, Hrishikesh Mishra, P. K. Khodiar, P. K. Patra, Bhaskar Lvks
doi: 10.4274/tjh.2016.0166  Pages 365 - 366
Abstract | Full Text PDF

25.Comment: In Response to “Auer Rod-Like Inclusions in Reactive Plasma Cells in a Case of Acute Myeloid Leukemia”
Smeeta Gajendra
doi: 10.4274/tjh.2016.0139  Page 367
Abstract | Full Text PDF

26.Reply: “Auer Rod-Like Inclusions in Reactive Plasma Cells in a Case of Acute Myeloid Leukemia”
Sarita Pradhan
doi: 10.4274/tjh.2016.0172  Page 368
Abstract | Full Text PDF

27.Auer Rods Are Not Seen in Non-Neoplastic Cells
İrfan Yavaşoğlu, Zahit Bolaman
doi: 10.4274/tjh.2016.0179  Pages 368 - 369
Abstract | Full Text PDF

28.Iron and Zinc Treatment in Iron Deficiency
Beuy Joob, Viroj Wiwanitkit
doi: 10.4274/tjh.2016.0249  Page 370
Abstract | Full Text PDF

NONE
29.Author Index 2016

Pages E1 - E5
Abstract | Full Text PDF

30.Subject Index 2016

Pages E6 - E10
Abstract | Full Text PDF