E-ISSN: 1308-5263
Turk J Hematol: 32 (3)
Volume: 32  Issue: 3 - 2015
Hide Abstracts | << Back
REVIEW
1.Hematopoietic Stem Cell Transplantation in Adult Sickle Cell Disease: Problems and Solutions
Hakan Özdoğu, Can Boğa
doi: 10.4274/tjh.2014.0311  Pages 195 - 205
Günümüzde hidroksiüre kullanımı, enfeksiyon proflaksisi ve destek tedavileriyle ilgili gelişmelere rağmen orak hücre hastalığına bağlı organ hasarları engellenememekte, adolesan ve genç yetişkinlerde hastalık ilişkili mortalite %14'lere kadar ulaşmaktadır. Hematopoietik kök hücre transplantasyonu, orak hücre hastalığı tedavisinde tek küratif tedavi yaklaşımıdır. Myeloablatif allojenik hematopietik kök hücre transplantasyonu orak hücre hastalığı olan çocuklar için küratiftir. Güncel veriler çocuklarda transplant sonrası uzun dönem hastalıksız yaşam oranı’nın %90 ve toplam yaşam oranı’nın %95 civarında olduğunu göstermektedir. Erişkinde hazırlama rejimleri organ hasarları nedeniyle fazla toksiktir. Ayrıca bu küratif tedavi yaklaşımının donör bulma güçlüğü, transplant ilişkili mortalite, graft kaybı, graft versus host hastalığı (GVHH), infertilite gibi nedenlerle sınırlamaları vardır. Güncel olarak erişkinde toksisitesi azaltılmış hazırlama rejimleri (myeloablatif olmayan indirgenmiş yoğunluklu) ile yapılan transplantların faz I/II çalışmalar ile graft yerleşmesi üzerine etkinliği ve toksisitesi birçok merkez tarafından araştırılmaktadır. Ön veriler, toksisitesi azaltılmış rejimler ile yapılan nakillerde başarılı olarak GVHH’nin engellenebildiğini göstermiştir. Bununla birlikte yüksek graft kaybı riski devam etmektedir. Bu yüzden orak hücre hastalarında uygulanabilen, GVHH riski azaltılmış ve graft kaybının engellenebildiği yeni rejimlerin geliştirilmesi gereklidir.
Sickle cell disease-related organ injuries cannot be prevented despite hydroxyurea use, infection prophylaxis and supportive therapies. As a consequence, disease-related mortality reaches 14% in adolescents and young adults. Hematopoietic stem cell transplantation is a unique curative therapeutic approach for sickle cell disease. Myeloablative allogeneic hematopoietic stem cell transplantation is curative for children with sickle cell disease. Current data indicate that long term disease-free survival is about 90% and overall survival about 95% after transplantation. However, it is toxic in adults due to organ injuries. In addition, this curative treatment approach has several limitations, such as difficulties finding donors, transplant-related mortality, graft loss, graft-versus-host disease (GVHD) and infertility. Engraftment effectivity and toxicity for transplantations performed with nonmyeloablative reduced-intensity regimens in adults are being investigated in phase I/II trials at many centers. Preliminary data indicate that GVHD could be prevented in transplantations performed using reduced-intensity regimens. It is necessary to develop novel regimens to prevent graft loss and reduce the risk of GVHD.

RESEARCH ARTICLE
2.Bortezomib and Arsenic Trioxide Activity on a Myelodysplastic Cell Line (P39): A Gene Expression Study
Hakan Savlı, Sara Galimberti, Deniz Sünnetçi, Martina Canesastraro, Giuseppe Palumbo, Balint Nagy, Francesco Di Raimondo, Mario Petrini
doi: 10.4274/Tjh.2014.0058  Pages 206 - 212
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, bir myelomonositoid hücre hattı olan P39 üzerinde bortezomib ve arsenik trioksidin etkilediği moleküler altyolları anlamayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Gen anlatım ve altyol analizleri için oligonükleotid mikroarray platformları kullanıldı. Konfirmasyon deneyleri kantitatif gerçek zamanlı PZR ile gerçekleştirildi.
BULGULAR: Bortezomib işlenmesi, DIABLO ve bir NF-κB inhibitorü olan NF-κBIB’nin anlatım artışını ve NF-κB1, NF-κB2, BIRC1 genlerinin anlatım azalışını gösterdi. İki bileşiğin birlikte işlenmesi ise aynı genlerin anlatım düzensizliğini göstererek bortezomib’in tek başına işlenmesinin sonuçlarıyla uyum içindeydi. Özellikle, P53 hücre altyolu daha anlamlı bir değişikliğe uğradı ve beta estradiol geni çevresinde bir gen ağı biçimlendi. Beta estradiol, BRCA2 ve FOXA1 genlerinin düzen değişiklikleri bulgularımız içinde en dikkat çekicileriydi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuçlar proteazom inhibitörlerinin yüksek riskli myelodisplastik sendromda (MDS) olası kullanımı düşüncesini desteklemektedir. NF-κB, MDS’nin lösemik transformasyonunda önemli bir düzenleyici olarak gözlenmiştir.
INTRODUCTION: We aimed to understand the molecular pathways affected by bortezomib and arsenic trioxide treatment on myelomonocytoid cell line P39.
METHODS: Oligonucleotide microarray platforms were used for gene expression and pathway analysis. Confirmation studies were performed using quantitative real time PCR.
RESULTS: Bortezomib treatment has shown upregulated DIABLO and NF-κBIB (a NF-κB inhibitor) and downregulated NF-κB1, NF-κB2, and BIRC1 gene expressions. Combination treatment of the two compounds showed gene expression deregulations in concordance by the results of single bortezomib treatment. Especially, P53 was a pathway more significantly modified and a gene network centralized around the beta estradiol gene. Beta estradiol, BRCA2, and FOXA1 genes were remarkable deregulations in our findings.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Results support the suggestions about possible use of proteasome inhibitors in the treatment of high-risk myelodysplastic syndrome (MDS). NF-κB was observed as an important modulator in leukemic transformation of MDS.

3.Can Positron Emission Tomography and Computed Tomography Be a Substitute for Bone Marrow Biopsy in Detection of Bone Marrow Involvement in Patients with Hodgkin’s or Non-Hodgkin’s Lymphoma?
Güven Çetin, M. Ali Çıkrıkçıoğlu, Tuba Özkan, Cumali Karatoprak, M. Cem Ar, Ahmet Emre Eşkazan, Mesut Ayer, Abdullah Cerit, Kübra Gözübenli, Betül Börkü Uysal, Simge Erdem, Nurhan Ergül, Gamze Tatar, T. Fikret Çermik
doi: 10.4274/tjh.2013.0336  Pages 213 - 219
GİRİŞ ve AMAÇ: Positron emisyon tomografi ve bilgisayarlı tomografi (PET/CT) lenfomanın tedavi ve evreleme algoritmasının önemli bir parçası oldu. Biz çalışmamız da agresiv seyirli non Hodgkin lenfoma (aNHL) ve Hodgkin lenfomalı (HL) hastalarda kemik iliği tutulumunu göstermede kemik iliği biyopsisi (BMB) ile PET/CT sonuçlarını karşılaştırmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 2008-2012 yılları arasında İstanbul’daki 3 büyük hastanede HL ve aNHL tanısı konulan 297 hasta belirlendi. Bu hastaların dosyası retrospektif olarak tarandı ve çalışma kriterlerine uygun 161 hasta çalışmaya alındı. Hastaların başlangıç evrelemesi için PET/CT ve BMB yapıldı. Kemik iliği biyopsisi, kemik iliği tutulumunu değerlendirmede standart referans olarak kabul edildi.
BULGULAR: Hastaların 61’inde (38%) HL ve 100’ünde (62%) aNHL vardı. Değerlendirilen 126 hastada (78%) (52 HL, 74 aNHL) PET/CT ve BMB arasında uyumlu sonuçlar olduğu görüldü. Bu hastalardan 20’sinde kemik iliği tutulumu bakımından PET/ CT ve BMB sonuçları pozitif ve 106 hastanın PET/CT ve BMB negatif bulundu. Diğer taraftan 35 hastada (9 HL, 26 aNHL) uyumsuzluk vardı. Bu hastaların da 16’sında BMB pozitif iken PET/CT sonuçları negatif bulundu. Geri kalan 19 hastada BMB negatif ve PET/CT sonuçları pozitif saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Biz aNHL ve HL hastalarını değerlendirmede tek başına yeterli olmamasına rağmen, PET/CT nin kemik iliği infiltrasyonunu belirlemede etkili olduğunu gözlemledik. Lenfomalı hastalarda kemik iliği infiltrasyonunu belirlemede; BMB ve PET/CT birbirinin tamamlayıcısı olarak düşünülmelidir. Fokal tutulumdan şüphelenildiğinde, BMB ve PET/CT nin birlikte yapılması hastalığın evrelemesinde daha doğru sonuçlar verebilir.
INTRODUCTION: Positron emission tomography and computed tomography (PET/CT) has become an important part of staging and treatment evaluation algorithms of lymphoma. We aimed to compare the results of PET/CT with bone marrow biopsy (BMB) with respect to bone marrow involvement (BMI) in patients with Hodgkin’s lymphoma (HL) and aggressive non-Hodgkin’s lymphoma (aNHL).
METHODS: The medical files of a total of 297 patients diagnosed with HL or aNHL and followed at the hematology clinics of 3 major hospitals in İstanbul between 2008 and 2012 were screened retrospectively and 161 patients with classical HL and aNHL were included in the study. The patients were referred for PET/CT and BMB at the initial staging. BMB was performed as the reference standard for the evaluation of BMI.
RESULTS: There were 61 (38%) HL and 100 (62%) aNHL patients. Concordant results were revealed between PET/CT and BMB in 126 patients (78%) (52 HL, 74 aNHL), 20 with positive PET/CT and BMB results and 106 with negative PET/CT and BMB results. There were discordant results in 35 patients (9 HL, 26 aNHL), 16 of them with positive BMB and negative PET/ CT results and 19 of them with negative BMB and positive PET/CT results.
DISCUSSION AND CONCLUSION: We observed that PET/CT is effective to detect BMI, despite it alone not being sufficient to evaluate BMI in HL and aNHL. Bone marrow trephine biopsy and PET/CT should be considered as mutually complementary methods for detection of BMI in patients with lymphoma. In suspected focal involvement, combining biopsy and PET/CT might improve staging results.

4.Detection and Significance of CD4+CD25+CD127dim Regulatory T Cells in Individuals with Severe Aplastic Anemia
Weiwei Qi, Yue Ren, Rong Fu, Huaquan Wang, Chunyan Liu, Zonghong Shao
doi: 10.4274/tjh.2013.0410  Pages 220 - 227
GİRİŞ ve AMAÇ: Edinilmiş ağır aplastik anemilerde (AAA) rastlanan CD4+CD25+CD127dim düzenleyici T hücreleri (Tregs) ve bağışıklık bozukluğu arasındaki ilişkiyi araştırmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kırk dört AAA hastasındaki ve 23 normal kontroldeki CD4+CD25+CD127dim Tregs miktarıları akış sitometrisi kullanarak ölçüldü. Tregs ve T hücrelerinin alt tipleri, dentrik hücrelerin alt tipleri (DH), granülosit sayımları ve retikülosit yüzdeleri (%RET) aralarındaki ilişkiler analiz edildi.
BULGULAR: Tedavi edilmemiş hastaların çevresel kan lenfositlerindeki (ÇKL) CD4+CD25+CD127dim Tregs’in yüzdesi iyileşme sürecindeki hastalarla ve normal kontrollerle kıyaslandığında daha düşüktü (sırasıyla %0,83±0,44’e karşı %2,91±1,24 ve %2,18±0,55, p<0,05). İyileşme sürecindeki hastaların CD4+ T lenfositlerindeki CD4+CD25+CD127dim Tregs’in yüzdesi tedavi edilmemiş hastalarla ve normal kontrollerle kıyaslandığında daha yüksekti (sırasıyla %9,39±3,51’e karşı %7,61±5,3 ve %6,83±1,4, p<0,05). Tedavi edilmemiş hastaların CD4+ T lenfositlerin yüzdesi iyileşme sürecindeki hastalarla ve normal kontrollerle kıyaslandığında daha düşüktü (sırasıyla %13,55±7,37’ye karşı %31,82±8,43 ve 32,12±5,88, p<0,05). Tedavi edilmemiş hastalardaki T hücresi alt tipi (CD4+/CD8+ oran) 0,41±0,24 seviyesindeydi; bu oran iyileşme sürecindeki hastalarla (1,2±0,4) ve normal kontrollerle (1,11±0,23) kıyaslandığında daha düşük bir seviyeydi (p<0,05). DH alt dizini (miyeloid DH/plazmasitoid DH oranı, DH1/DH2 oranı) ise tedavi edilmemiş hastalarda 3,08±0,72 seviyesindeydi; bu oran iyileşme sürecindeki hastalarla (1,61±0,49) ve normal kontrollerle kıyaslandığında (1,39±0,36) daha yüksekti (p<0,05). ÇKL’deki CD4+CD25+CD127dim Tregs’in yüzdesi pozitif olarak T hücresi alt kümesiyle (r=0,955, p<0,01) ve negatif olarak da DH alt kümesiyle (r=-0,765, p<0,01) korele etmekteydi. CD4+CD25+CD127dim Tregs/ÇKL ve granülosit değerleri ve %RET (sırasıyla r=0,739, 0,749, p<0,01, p<0,01) arasında önemli pozitif korelasyon saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: AAA hastalarındaki CD4+CD25+CD127dim Tregs’in azalması T lenfositlerde aşırı fonksiyona sebebiyet verebilir ve bu durum AAA’da hematopoetik yetmezliğine yol açabilir.
INTRODUCTION: To investigate the relationship between CD4+CD25+CD127dim regulatory T cells (Tregs) and immune imbalance in acquired severe aplastic anemia (SAA).
METHODS: The quantity of CD4+CD25+CD127dim Tregs in 44 SAA patients and 23 normal controls were measured by flow cytometry. Correlations between Tregs and T cell subsets, dendritic cell (DC) subsets, granulocyte counts and percentage of reticulocytes (RET%) were analyzed.
RESULTS: The percentage of CD4+CD25+CD127dim Tregs in peripheral blood lymphocytes (PBL) of untreated patients was lower than in recovery patients and normal controls (0.83±0.44% vs 2.91±1.24% and 2.18±0.55%, respectively, p<0.05). The percentage of CD4+CD25+CD127dim Tregs in CD4+ T lymphocytes of recovery patients was higher than for untreated patients and normal controls (9.39±3.51% vs 7.61±5.3% and 6.83±1.4%, respectively, p<0.05). The percentage of CD4+ T lymphocytes in PBL of untreated patients was lower than for recovery patients and normal controls (13.55±7.37% vs 31.82±8.43% and 32.12±5.88%, respectively, p<0.05). T cell subset (CD4+/CD8+ ratio) was 0.41±0.24 in untreated patients, which was lower than recovery patients (1.2±0.4) and normal controls (1.11±0.23) (p<0.05). DC subset (myeloid DC/plasmacytoid DC ratio, DC1/DC2 ratio) was 3.08±0.72 in untreated patients, which was higher than recovery patients (1.61±0.49) and normal controls (1.39±0.36) (p<0.05). The percentage of CD4+CD25+CD127dim Tregs in PBL was positively associated with T cell subset (r=0.955, p<0.01), and negatively associated with DC subset (r=-0.765, p<0.01). There were significant positive correlations between CD4+CD25+CD127dim Tregs/PBL and granulocyte counts and RET% (r=0.739, 0.749 respectively, p<0.01).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The decrease of CD4+CD25+CD127dim Tregs in SAA patients may cause excessive functions of T lymphocytes and thus lead to hematopoiesis failure in SAA.

5.Venous Thromboembolism after Allogeneic Pediatric Hematopoietic Stem Cell Transplantation: A Single-Center Study
Fatih Azık, Dilek Gürlek Gökçebay, Betül Tavil, Pamir Işık, Bahattin Tunç, Duygu Uçkan
doi: 10.4274/tjh.2013.0066  Pages 228 - 233
GİRİŞ ve AMAÇ: Hematopoetik kök hücre nakli (HSCT) yapılan hastalarda venöz tromboembolizm (VTE) yüksek morbiditeye sahiptir. Bu çalışmanın amacı pediatrik allojenik HSCT alıcılarındaki VTE insidansını belirlemek ve pretransplant protrombotik risk faktörlerinin trombozdaki rolünü saptamaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Nisan 2010-Kasım 2012 tarihleri arasında allojenik HSCT yapılan ve HSCT sonrası 100 gününü tamamlayan 92 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Kök hücre nakli öncesinde tüm hastalardan koagülasyon profili, kazanılmış ve konjenital protrombotik risk faktörlerinden faktör V Leiden, protrombin G20210A, metilentetrahidrofolat redüktaz (MTHFR) C677T, MTHFR A1298C mutasyonları ile serum homosistein ve lipoprotein(a), plazma antitrombin III, protein C ve protein S düzeyleri alındı.
BULGULAR: Trombofili taramasında; toplam sekiz hasta (%9) faktör V Leiden heterozigot, beş hasta (%6) MTHFR 677TT homozigot, 12 hasta (%14) MTHFR 1298CC homozigot ve iki (%2) hasta prothrombin G20210A heterozigot mutasyonuna sahipti. Venöz tromboembolizm beş hastada (%5.4) izlendi; herhangi bir protrombotik risk faktörü beş hastadan üçünde tespit edilirken, dört hastanın santral venöz kateteri vardı. Venöz tromboembolizm ile kalıtsal protrombotik risk faktörleri arasında anlamlı ilişki saptanmadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Hematopoetik kök hücre nakli sonrasında VTE; muhtemelen düşük dozda düşük moleküler ağırlıklı heparin kullanımına bağlı olarak az sıklıkta görülebilen bir komplikasyon olup, prospektif bir çalışma yapılmaksızın kalıtsal protrombotik risk faktörlerinin trombozdaki rolünün tam olarak dışlanması mümkün değildir.
INTRODUCTION: Venous thromboembolism (VTE) in children who undergo hematopoietic stem cell transplantation (HSCT) has high morbidity. The aim of this study is to assess the incidence of VTE in allogeneic pediatric HSCT recipients and the contribution of pretransplant prothrombotic risk factors to thrombosis. 

METHODS: We retrospectively evaluated 92 patients between April 2010 and November 2012 undergoing allogeneic HSCT who had completed 100 days post-HSCT. Before HSCT, coagulation profiles; acquired and inherited prothrombotic risk factors including factor V Leiden, prothrombin G20210A, methylenetetrahydrofolate reductase (MTHFR) C677T, and MTHFR A1298C mutations; and serum homocysteine and lipoprotein(a), plasma antithrombin III, protein C, and protein S levels were obtained from all patients.
RESULTS: In the screening of thrombophilia, 8 patients (9%) were heterozygous for factor V Leiden, 5 (6%) were homozygous for MTHFR 677TT, 12 (14%) were homozygous for MTHFR 1298CC, and 2 (2%) were heterozygous for prothrombin G20210A mutation. We observed VTE in 5 patients (5.4%); a prothrombotic risk factor was found in 3 out of these 5 patients, while 4 out of 5 patients had central venous catheters. It was determined there was no significant relationship between VTE and inherited prothrombotic risk factors.
DISCUSSION AND CONCLUSION: VTE after HSCT seems to be a low-frequency event that may be due to low-dose, low-molecular-weight heparin prophylaxis, and the role of inherited prothrombotic risk factors cannot be entirely excluded without a prospective study.

6.Infections in Hospitalised Patients with Multiple Myeloma: Main Characteristics and Risk Factors
Toni Valkovic, Vedrana Gacic, Jelena Ivandic, Bozo Petrov, Renata Dobrila Dintinjana, Elizabeta Dadic Hero, Antica Nacinovic Duletic
doi: 10.4274/tjh.2013.0173  Pages 234 - 242
GİRİŞ ve AMAÇ: Multipl miyelom, sık görülen bir hematolojik malignite olup, bağışıklık sistemi disfonksiyonu bu hastalığın en belirgin özelliğidir. Bu hastalığın sebep olduğu ileri düzeyde enfeksiyon riski hala başlıca ölüm sebebidir. Enfeksiyonun spektrumu ve özellikleri, yeni geliştirilen ajanlarla birlikte değişiklik göstermektedir. Enfeksiyonlara hassasiyeti arttıran risk faktörlerinin anlaşılması, bu enfeksiyonlara karşı savaşmak için son derece önemlidir. Bu retrospektif çalışma neticesinde 3 yıldır departmanımızda yatırılarak tedavi gören ve transplantasyon yapılmamış miyelom hastalarımızda görülen enfeksiyonların temel özelliklerinin saptanması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2008 ile Aralık 2010 tarihleri arasında departmanımızda tanısı konmuş ve tedavi görmüş toplam 240 multipl miyelom hastası (120 erkek ve 120 kadın; ortalama yaş: 69, yaş aralığı: 41-89) bu çalışmaya dahil edilmiştir ve bu hastalardan elde edilen veriler retrospektif olarak incelenmiştir.
BULGULAR: Hastanemizde yatan hastaların %17,9’unda enfeksiyona rastlandı. En sık görülen patojenin Pseudomonas aeruginosa olduğu saptandı. Gram pozitif ve gram negatif patojenlerin sıklığı aynıydı. Olguların %37,2’sinde ajan izole edilemedi. Enfeksiyon kaynağının sıklıkla üriner sistem ve kan olduğu görüldü. Hastalık süresince enfeksiyon oranının arttığı ve reenfeksiyon sıklığının % 41,9 olduğu tespit edildi. En sık enfeksiyon bortezomib ile tedavi edilen hastalarda görüldü. Olguların %9,3’ü ölümle sonuçlandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmada enfeksiyonlarla ilişkilendirilen faktörler kadın cinsiyet, ileri evre (III 3B) hastalık, artmış serum kreatinin ve ferritin düzeyi, nötropeni, genel durumun bozukluğu ve kateterlerin varlığıydı. Bahsi geçen bu faktörlerden bir ya da ikisine sahip miyelom hastalarda görülebilecek enfektif komplikasyon oranını ve şiddetini düşürmek amacıyla hastaların özenli ve dikkatli bir bakımla izlenmesi gerekmektedir.
INTRODUCTION: Multiple myeloma is a common haematological malignancy and immune dysfunction is the hallmark of the disease. It leads to an increased infection risk, which is still a major cause of mortality. The infection spectrum and characteristics have evolved with the introduction of novel agents. An understanding of risk factors that increase susceptibility to infections is critical in fighting them. This retrospective investigation aimed to establish the incidence and main characteristics of infections in non-transplanted hospitalised myeloma patients in our department over a 3-year period, as well as factors associated with infections.
METHODS: A total of 240 hospitalised patients with multiple myeloma (120 males and 120 females; average age: 69 years, range: 41-89 years) who were diagnosed or treated in our department from January 2008 to December 2010 were included in this study and their data were retrospectively analysed.
RESULTS: Infections were identified in 17.9% of hospitalised patients. The most common pathogen found was Pseudomonas aeruginosa. The frequency of gram-positive and gram-negative pathogens was similar. In 37.2% of cases, the agent was not isolated. The most common sites of infections were the urinary system and the blood. The frequency of infection increased with duration of disease and the rate of reinfection was 41.9%. The patients treated with bortezomib had the highest infection occurrence. Fatal outcome occurred in 9.3% of cases.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The factors associated with infections in this investigation were female sex, IIIB clinical stage of disease, increased serum creatinine and ferritin levels, neutropenia, poor general condition, and presence of catheters. Myeloma patients with one or more of these mentioned risk factors should be monitored with particular care in order to decrease the incidence and severity of infective complications.

7.Secondary Infections in Febrile Neutropenia in Hematological Malignancies: More Than Another Febrile Neutropenic Episode
Aslıhan Demirel, Fehmi Tabak, M. Cem Ar, Bilgül Mete, Şeniz Öngören, Mücahit Yemişen, Reşat Özaras, Emre Eşkazan, Zafer Başlar, Ali Mert, Teoman Soysal, Burhan Ferhanoğlu, Yıldız Aydın, Recep Öztürk
doi: 10.4274/tjh.2013.0422  Pages 243 - 250
GİRİŞ ve AMAÇ: Febril nötropenik atak ( FNA ) hematolojik hastalığı olan hastalarda ölümlerinin başlıca nedenleri arasında yer almaktadır. Đkincil enfeksiyonlar FNA’nın ampirik antibiyotik tedavi ya da bu tedavinin kesilmesinden bir hafta sonrasına kadar gelişebilir. Bu çalışmada amacımız, febril nötropenik hastalarda ikincil enfeksiyonları ile ilişkili risk faktörlerini araştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kliniğimizde Ocak 2000 ile Aralık 2006 tarihleri arasında 73 hastada 750 FNA geriye dönük olarak incelenmiştir.
BULGULAR: Enfeksiyonlar 750 FNA’nın 152 sinde (% 20) tespit edilmiştir. Sekonder enfeksiyon gelişmesi için geçen medyan süre 10 gün (1-34 gün) idi. Nötropeni süresinin 10 günün üzerinde olması ikincil enfeksiyon riskini anlamlı derecede artırmaktadır (p < 0.001). Mikrobiyolojik dökümante enfeksiyon oranı primer enfeksiyonu (271/750, % 36) olan hastalarda sekonder enfeksiyonlu hastalara (43/152, % 28) göre daha yüksek olduğu bulunmuştur (p = 0.038). Yaş, cinsiyet, altta yatan hastalık, antibakteriyel, antifungal veya antiviral profilaksi, kan transfüzyonu veya kemik iliği nakli, santral venöz kateter ya da nötropeni şiddeti açısından primer ve seconder enfeksiyonu olan hastalar arasında anlamlı farklılık yoktu (p > 0.05). Katetere bağlı bakteremi (p<0.001) ve nedeni bilinmeyen ateş (p=0.005) ikincil enfeksiyonlu hastalarda daha az sıklıkta gözlenirken, mikrobiyolojik (p = 0.003) ve klinik olarak dökümante enfeksiyonlar (p<0.001), fungal pnömoniler (p<0.001), gram pozitif bakteriler ile ilgili enfeksiyonlar (p=0.04) ve mantar enfeksiyonları (p< 0.001) ve 30 - günlük mortalite oranı (p<0.001) ikincil enfeksiyonlarda (p<0.001) anlamlı olarak yüksek bulunmuştur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: İkincil enfeksiyonlar febril nötropenik hastada hayatı tehdit eden komplikasyonlar olarak kabul edilmelidir. Enfeksiyonlar daha ağır ve ölümcül şekilde ortaya çıkabilir ve yeni bir febril nötropenik atak olarak kabul edilmemelidir.
INTRODUCTION: Febrile neutropenic episodes (FNEs) are among major causes of mortality in patients with hematological malignancies. Secondary infections develop either during the empirical antibiotic therapy or one week after cessation of therapy for a FNE. The aim of the study was to investigate the risk factors associated with secondary infections in febrile neutropenic patients.
METHODS: We retrospectively analyzed 750 FNEs in 473 patients between January 2000 and December 2006.
RESULTS: Secondary infections were diagnosed in 152 (20%) of 750 FNEs. The median time to develop secondary infection was 10 days (range 2-34 days). The duration of neutropenia over 10 days significantly increased the risk of secondary infections (p<0.001). The proportion of patients with microbiologically documented infections was found to be higher in primary infections (271/750, 36%) compared to secondary infections (43/152, 28%) (p=0.038). Age, sex, underlying disease, antibacterial, antifungal or antiviral prophylaxis, blood transfusion or bone marrow transplantation, central venous catheter or severity of neutropenia did not differ significantly between primary and secondary infections (p>0.05) While fever of unknown origin (FUO) (p=0.005) and catheter-related bacteremia (p<0.001) were less frequently observed in secondary infections, the frequency of microbiologically (p=0.003) and clinically (p<0.001) documented infections, fungal pneumonias (p<0.001), infections related with gram positive bacteria (p=0.04) and fungi (p<0.001) and 30-day mortality rate (p<0.001) were significantly higher in secondary infections (p<0.001).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Secondary infections should be regarded as life-threatening complications of febrile neutropenia. Secondary infections represent a more severe and mortal complication and cannot be regarded just as another febrile neutropenic episode.

8.The Impact of Chemotherapy on Hepatitis B Antibody Titer in Patients with Hematological Malignancies
Münci Yağcı, Elif Suyanı, Merih Kızıl Çakar
doi: 10.4274/tjh.2013.0342  Pages 251 - 256
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, hematolojik malignite nedeniyle kemoterapi alan hastalarda kemoterapinin Anti HBs antikor titresi üzerine olan etkisinin incelenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çeşitli hematolojik malignite tanısı ile kemoterapi alan ve hem kemoterapi öncesi hem de kemoterapi tamamlandıktan sonraki AntiHBs antikor titresi mevcut olan toplan 75 hasta retrospektif olarak incelendi.
BULGULAR: Hastaların ortanca yaşı 52 ( 16-78) olup 49 (65%)’u erkek ve 26 (35%)’sı kadın idi. Kemoterapi sonrası ortanca Anti HBs antikor titresinde kemoterapi öncesine göre anlamlı düşme saptandı [68 (range, 0-1000) v.s 100 (range, 6,2-1000)] (p=0.001).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Anti HBs antikor titresinde kemoterapi sonrasında azalma görülmüştür ve bu azalma akut lösemi hastalarında, erkek hastalarda ve yoğun kemoterapi alan hastalarda daha belirgin olarak saptanmıştır.
INTRODUCTION: To investigate the influence of chemotherapy (CT) on HBsAb titer in patients receiving CT due to hematological malignancy.
METHODS: The data of 75 patients who received CT with the diagnosis of various hematological malignancies and who had serum HBsAb levels measured prior to and after the cessation of CT were evaluated retrospectively.
RESULTS: The median age of the patients was 52 years (range: 16-78) with 49 (65%) males and 26 (35%) females. Median HBsAb titer decreased significantly after CT compared to the pre-CT median HBsAb titer [68 (range: 0-1000) vs. 100 (range: 6.2-1000)] (p=0.001). In subgroup analysis, median HBsAb titer decreased significantly after CT in acute leukemia patients [110 (range: 6.2-1000) vs. 67.8 (range: 0-1000)] (p=0.003) and in patients receiving intensive CT [97.2 (range: 6.2-1000) vs. 71 (range: 0-1000)] (p=0.036). The decrease in median HBsAb titer was significant in male patients (p<0.001). HBsAb became negative after CT in 9 patients who were HBcAb-negative and had lower pre-CT HBsAb levels.
DISCUSSION AND CONCLUSION: HBsAb decreased after CT, especially in acute leukemia and male patients, and in patients receiving intensive CT.

CASE REPORT
9.Occurrence of Carcinoma of the Pancreas Following Nilotinib Therapy for Chronic Myeloid Leukemia: Report of a Case with Review of the Literature
Yasunobu Sekiguchi, Asami Shimada, Moe Matsuzawa, Hidenori Imai, Mutsumi Wakabayashi, Keiji Sugimoto, Noriko Nakamura, Tomohiro Sawada, Junichi Arita, Norio Komatsu, Masaaki Noguchi
doi: 10.4274/tjh.2013.0322  Pages 257 - 262
Yetmiş dokuz yaşında Japon erkek hastaya, Nisan 2011’de kronik evre kronik miyeloid lösemi tanısı konulup, nilotinib tedavisi başlandı. Ağustos’ta majör moleküler yanıt sağlandı. Nilotinib 400 mg/gün dozunda kullanılırken ve tedavi başlangıcından yaklaşık 19 ay geçmişken (Kasım 2012’de), pankreas başına sınırlı (24x20 mm) adenokanser gelişti. Şubat 2013’te pankreatikoduodenektomi yapıldı. Nisan ayından başlayarak tedavi rejimi olarak dasatinib 100 mg/gün’e geçildi. Temmuz 2013’te yanıt halen majör moleküler yanıttı ve pankreas kanserine ait nüks saptanmadı. Literatürde nilotinib tedavisi ile ilişkili olan 29 ikincil neoplazi tespit edildi. Bu ikincil neoplaziler arasında görece daha sık gözlemlenenler papilloma (6 olgu), mide kanseri (3 olgu), fibroma (3 olgu) ve tiroid neoplazileridir (2 olgu). Olgumuz, literatürde nilotinib altında iken gelişen ilk pankreas kanseri olgusudur. Bu yazıda olgu tartışması ve nilotinibe bağlı gelişen ikincil kanserlere ait literatür taraması sunulmaktadır.
The patient, a 79-year-old Japanese man, was diagnosed with the chronic phase of chronic myeloid leukemia and begun on nilotinib therapy in April 2011. The therapeutic response was major molecular response in August. About 19 months after the start of nilotinib therapy at 400 mg/day (November 2012), an adenocarcinoma (24x20 mm) confined to the head of the pancreas developed. In February 2013, a pancreaticoduodenectomy was performed. The therapy regimen was switched to dasatinib at 100 mg/day, beginning in April. The response was still major molecular response with no recurrence of pancreatic carcinoma in July 2013. There have been 29 reported cases of secondary neoplasms associated with nilotinib therapy. These secondary neoplasms were characterized by relatively frequent occurrence of papilloma (6 cases), gastric cancer (3 cases), fibroma (3 cases), and thyroid neoplasms (2 cases). The present case, however, is the first to be reported as carcinoma of the pancreas. This report describes the case.

10.Hypertension and Life-Threatening Bleeding in Children with Relapsed Acute Myeloblastic Leukemia Treated with FLT3 Inhibitors
Deniz Yılmaz Karapınar, Nihal Karadaş, Zühal Önder Siviş, Can Balkan, Kaan Kavaklı, Yeşim Aydınok
doi: 10.4274/tjh.2014.0250  Pages 263 - 266
Multikinaz inhibitörleri ile deneyim, özellikle çocuklarda çok sınırlıdır. Burada, biri FMS-like tirozin kinaz 3-ITD ve diğeri tek baz mutasyonu (D835Y) taşıyan nüks akut miyeloblastik lösemi (AML) tanılı iki hastadan edindiğimiz deneyimi sunmak istedik. Her iki hasta sorafenib (biri 19, diğeri 42 gün olmak üzere) tedavisini klofarabin içeren yoğun kemoterapi protokolü ile birlikte aldı. D835Y mutasyonu bulunan hasta daha sonra 20 gün sunitinib ile tedaviye devam etti. Her iki hastada da ağır pansitopeni, hipertansiyon, yaşamı tehdit eden gastrointestinal sistem kanaması ve pulmoner kanama gelişti. Her iki hastanın kemik iliğinde ağır bir aplazi sağlanmış olsa da blastik infiltrasyon görülmeden nötropenik sepsisle hastalar kaybedildi.
Experiences with new multikinase inhibitors are limited, especially in children. In this report we summarize our experience with 2 patients with relapsed acute myeloblastic leukemia (AML), one with FMS-like tyrosine kinase- 3-internal tandem duplication mutation and the other with a single base mutation (D835Y). Both patients received sorafenib, one for 19 days and the other for 42 days, with clofarabine-including chemotherapy. One additionally received sunitinib for a total of 20 days. Both patients developed severe pancytopenia, hypertension, life-threatening bleedings from the gastrointestinal system, and, finally, intrapulmonary hemorrhage. Although both reached severe aplasia of the bone marrow without blastic infiltration, death occurred with neutropenic sepsis.

11.Portal Vein Thrombosis of a Newborn with Corrected Total Anomalous Pulmonary Venous Return
Ufuk Çakır, Dilek Kahvecioğlu, Serdar Alan, Ömer Erdeve, Begüm Atasay, Tayfun Uçar, Saadet Arsan, Hasan Çakmaklı, Mehmet Ertem, Semra Atalay
doi: 10.4274/tjh.2013.0428  Pages 267 - 270
Total anormal pulmoner venöz dönüş (TAPVD) anomalisi nadir ve çoğunlukla izole bir durumdur, bütün konjenital kalp hastalıklarının %1-3’ünü oluşturur. Bildiğimiz kadarıyla, TAPVD anomalisi ile ilişkili portal ven trombozu (PVT) literatürde daha önce yayınlanmamıştır. Burada başarı ile tedavi edilen infrakardiak tipte TAPVD anomalisine eşlik eden PVT’li bir yenidoğan olgusu literatür bilgileri ışığında sunulmaktadır. Tromboz progresyonunu engellemek için yenidoğan dönemi boyunca antikoagülan tedaviler uygulanmıştır. PVT, TAPVD anomalisi olan ve tam düzeltici açık kalp onarımı yapılan hastalarda akılda tutulmalıdır. Her bir yenidoğan için tedavi, risk ve yarar göz önünde tutularak bireyselleştirilmelidir.
Total anomalous pulmonary venous return (TAPVR) is a rare and frequently isolated defect identified in 1% to 3% of all congenital heart diseases. To the best of our knowledge, portal vein thrombosis (PVT) associated with TAPVR has not been reported in the literature. We report a successfully managed PVT in a newborn with infracardiac-type TAPVR and review the literature. Anticoagulation therapies were used during the neonatal period to prevent thrombus progression. PVT should be kept in mind in TAPVR patients who have open heart repair with total correction. The treatment in each neonate should be individualized with consideration of the risk/benefit ratio.

12.Leuconostoc sp. Meningitis in a Patient Treated with Rituximab for Mantle Cell Lymphoma
Hrvoje Holik, Bozena Coha, Marijan Sisko, Maja Tomic-paradzik
doi: 10.4274/tjh.2013.0149  Pages 271 - 274
Burada mantle hücreli lenfoma tanısı ile R-CHOP (rituksimab, siklofosfamid, doksorubisin, vinkristin, prednizolon) kemoimmünoterapisi ile tedavi edilen ve muhtemelen Leuconostoc cinsi etkene bağlı pürülan menenjit gelişen 64 yaşında bir erkek hastayı sunuyoruz. Hastanın rituksimab tedavisinin olası komplikasyonlarından biri olan ağır hipogammaglobulinemisi bulunmakta olup, bildiğimiz kadarı ile ve mevcut tıbbi literatürün taranması sonrasında, olgumuz R-CHOP protokolü ile tedavi sonrası Leuconostoc cinsi etkene bağlı pürülan menejit gelişen mantle hücreli lenfoma tanılı ilk hastadır. Pürülan menenjit tanısı klinik bulgular, laboratuvar ve beyin-omurilik sıvısının sitolojik bulguları ve Leuconostoc izole ettiğimiz kan kültürünü temel alıyordu. Hasta meropenem tedavisi ile tamamen iyileşti.
We present a 64-year-old man who was treated with R-CHOP (rituximab plus cyclophosphamide, doxorubicin, vincristine, and prednisolone) chemoimmunotherapy for mantle cell lymphoma and developed purulent meningitis, probably caused by Leuconostoc sp. The patient had severe hypogammaglobulinemia, which is a possible complication of rituximab therapy. To our knowledge and after reviewing the available medical literature, this is the first described case of purulent meningitis caused by Leuconostoc sp. in a patient with mantle cell lymphoma that appeared after treatment with the R-CHOP protocol. The diagnosis of purulent meningitis was based on clinical, laboratory and cytological cerebrospinal fluid findings, in addition to blood culture results in which we isolated Leuconostoc sp. The patient was treated with meropenem with full recovery.

LETTER TO EDITOR
13.Thrombotic Microangiopathy with Complement Factor H Gene Mutations Unassociated with Atypical Hemolytic Uremic Syndrome
Yesim Oymak, Tuba Hilkay Karapınar, Yılmaz Ay, Esin Özcan, Neryal Müminoğlu, Sultan Aydın Köker, Ersin Töret, Afig Berdeli, Erkin Serdaroğlu, Canan Vergin
doi: 10.4274/tjh.2015.0084  Pages 275 - 276
Abstract | Full Text PDF

14.Rapidly Growing Thyroid Mass: An Unusual Case of Acute Lymphoblastic Leukemia
Füsun Özdemirkıran, Gonca Oruk, Bahriye Payzin, Zeynep Gümüş, Melike Koruyucu, Türkan Atasever, Betül Küçükzeybek, Özgür Esen
doi: 10.4274/tjh.2015.0136  Pages 276 - 278
Abstract | Full Text PDF

15.Auer Rods in Chronic Myelomonocytic Leukemia Can Change the Diagnosis
Smeeta Gajendra, Ranjit Kumar Sahoo
doi: 10.4274/tjh.2015.0148  Pages 278 - 279
Abstract | Full Text PDF

16.A Case of Acquired Thrombotic Thrombocytopenic Purpura: Three Recurrences in 25 Years
Şinasi Özsoylu
doi: 10.4274/tjh.2014.0361  Pages 279 - 280
Abstract | Full Text PDF

IMAGES IN HEMATOLOGY
17.Inclusion Body in a Leukocyte in Crimean-Congo Hemorrhagic Fever
Zahit Bolaman, İrfan Yavaşoğlu, Gürhan Kadıköylü
doi: 10.4274/tjh.2014.0284  Pages 281 - 282
Abstract | Full Text PDF

18.Diagnosis: Congenital Dyserythropoietic Anemia Type 2 Due to Compound Heterozygote Mutation in SEC23B Gene
Fatih Demircioğlu, Mustafa Erkoçoğlu, Mustafa Dilek, Mervan Bekdaş, Sevil Göksügür, Semra Büyükkorkmaz, Seher Açar
doi: 10.4274/tjh.2014.0478  Pages 283 - 284
Abstract | Full Text PDF