E-ISSN: 1308-5263
Turk J Hematol: 32 (1)
Volume: 32  Issue: 1 - 2015
Hide Abstracts | << Back
REVIEW
1.Iron-Refractory Iron Deficiency Anemia
Ebru Yılmaz Keskin, İdil Yenicesu
doi: 10.4274/tjh.2014.0288  Pages 1 - 14
Demir, oksijenin taşınması, DNA sentezi ve hücre çoğalması gibi çeşitli biyolojik reaksiyonlar için vazgeçilmez olduğundan, yaşam için zorunludur. Demir metabolizması ve bu elementin düzenlenmesiyle ilgili bilgilerimiz, son yıllarda belirgin şekilde değişmiştir. Demir metabolizması ile ilgili yeni bozukluklar tanımlanmış ve demirin başka bozuklukların kofaktörü olduğu anlaşılmaya başlamıştır. Hemokromatozis ve demir tedavisine dirençli demir eksikliği anemisi (IRIDA; “iron-refractory iron deficiency anemia”) gibi genetik durumlar üzerinde yapılan çalışmalar, vücuttaki demir dengesini kontrol eden moleküler mekanizmalar ile ilgili önemli ipuçları sunmuştur. Bu ilerlemeler, gelecekte, hem genetik hem de kazanılmış demir bozukluklarının daha etkili şekilde tedavi edilmesi amacıyla kullanılabilir. IRIDA, demir eksikliği ile giden durumlarda, hepsidin üretimini baskılayan matriptaz-2’yi kodlayan TMPRSS6 genindeki mutasyonlardan kaynaklanmaktadır. Hastalığın tipik özellikleri, hipokrom, mikrositer anemi, çok düşük ortalama eritrosit hacmi, oral demir tedavisine yanıtsızlık (veya yetersiz yanıt) ve parenteral demire kısmi yanıttır. Klasik demir eksikliği anemisinin aksine, serum ferritin değeri genellikle hafif düşük ya da normal aralıkta; serum ve idrar hepsidin değerleri ise, aneminin derecesi ile orantısız şekilde yüksek bulunur. Şimdiye kadar literatürde bildirilmiş olguların sayısı 100’ü geçmediği halde, IRIDA’nın, “atipik” mikrositik anemilerin en sık nedeni olduğu düşünülmektedir. Bu derlemenin amacı, IRIDA hakkındaki güncel bilgileri araştırıcılar ile paylaşmak ve bu alandaki farkındalıklarını arttırmaktır.
Demir, oksijenin taşınması, DNA sentezi ve hücre çoğalması gibi çeşitli biyolojik reaksiyonlar için vazgeçilmez olduğundan, yaşam için zorunludur. Demir metabolizması ve bu elementin düzenlenmesiyle ilgili bilgilerimiz, son yıllarda belirgin şekilde değişmiştir. Demir metabolizması ile ilgili yeni bozukluklar tanımlanmış ve demirin başka bozuklukların kofaktörü olduğu anlaşılmaya başlamıştır. Hemokromatozis ve demir tedavisine dirençli demir eksikliği anemisi (IRIDA; “iron-refractory iron deficiency anemia”) gibi genetik durumlar üzerinde yapılan çalışmalar, vücuttaki demir dengesini kontrol eden moleküler mekanizmalar ile ilgili önemli ipuçları sunmuştur. Bu ilerlemeler, gelecekte, hem genetik hem de kazanılmış demir bozukluklarının daha etkili şekilde tedavi edilmesi amacıyla kullanılabilir. IRIDA, demir eksikliği ile giden durumlarda, hepsidin üretimini baskılayan matriptaz-2’yi kodlayan TMPRSS6 genindeki mutasyonlardan kaynaklanmaktadır. Hastalığın tipik özellikleri, hipokrom, mikrositer anemi, çok düşük ortalama eritrosit hacmi, oral demir tedavisine yanıtsızlık (veya yetersiz yanıt) ve parenteral demire kısmi yanıttır. Klasik demir eksikliği anemisinin aksine, serum ferritin değeri genellikle hafif düşük ya da normal aralıkta; serum ve idrar hepsidin değerleri ise, aneminin derecesi ile orantısız şekilde yüksek bulunur. Şimdiye kadar literatürde bildirilmiş olguların sayısı 100’ü geçmediği halde, IRIDA’nın, “atipik” mikrositik anemilerin en sık nedeni olduğu düşünülmektedir. Bu derlemenin amacı, IRIDA hakkındaki güncel bilgileri araştırıcılar ile paylaşmak ve bu alandaki farkındalıklarını arttırmaktır.

RESEARCH ARTICLE
2.Prognostic Significance of Lymphoid Enhancer-Binding Factor-1 Expression in Egyptian Adult B-Acute Lymphocytic Leukemia Patients
Rabab M. Aly, Ansaf B. Yousef
doi: 10.4274/tjh.2013.0140  Pages 15 - 20
AMAÇ: Lenfoid enhansır-bağlayıcı faktör-1 (LEF-1), çeşitli tümörlerde wingless-type (Wnt)’yi işaret eden ana transkripsiyon faktörü olmakla birlikte lösemi gibi birçok ölümcül hastalıkla da ilişkilendilir. Biz bu çalışmada, LEF-1’in akut lenfoblastik lösemideki (ALL) ekspresyon profilini araştırdık ve LEF-1’in bu hastalık genelindeki özel prognostik önemini saptadık.
YÖNTEMLER: B-ALL hastalığı tanısı yeni konmuş 56 yetişkin hastada LEF-1 ekspresyonunu çalıştık ve LEF-1 ekspresyonunun klinik hasta özellikleriyle ve tedavi sonuçlarıyla ilişkili olup olmadığını araştırmak için gerçek-zamanlı kantitatif polimeraz zincir reaksiyonu uyguladık.
BULGULAR: Yüksek LEF-1 ekspresyonu olan hastalarda hastalıksız sağkalım (p=0,03) ve genel sağkalım (p=0,005) daha kısaydı. Düşük LEF-1 ekspresyonlu hastalarla kıyaslandığında, yüksek LEF-1 ekspresyonunlu hastalarda anlamlı olarak daha yüksek nüks oranları gözlendi (p=0,01).
SONUÇ: Bu çalışma sonucunda, yüksek LEF-1 ekspresyonunun yetişkin B-ALL hastalarında prognostik belirteç olduğuna yönelik kanıt sunuyoruz.
OBJECTIVE: Lymphoid enhancer-binding factor-1 (LEF-1) is a key transcription factor of wingless-type (Wnt) signaling in various tumors and it is associated with a number of malignant diseases such as leukemia. We explored the expression profile of LEF-1 in acute lymphoblastic leukemia (ALL) and determined its specific prognostic significance in this disease.
METHODS: We studied LEF-1 expression in 56 newly diagnosed B-acute ALL adult patients using realtime quantitative polymerase chain reaction to investigate whether LEF-1 expression was associated with clinical patient characteristics and treatment outcomes.
RESULTS: High LEF-1 expression was associated with significantly poorer disease-free survival (p=0.03) and overall survival (p=0.005). Patients with high LEF-1 expression had a significantly higher relapse rate compared with low LEF-1 expression (p=0.01).
CONCLUSION: We provide evidence that high LEF-1 expression is a prognostic marker in adult B-acute ALL patients.


3.Are the High Serum Interleukin-6 and Vascular Endothelial Growth Factor Levels Useful Prognostic Markers in Aggressive Non-Hodgkin Lymphoma Patients?
Hava Üsküdar Teke, Eren Gündüz, Olga Meltem Akay, Cengiz Bal, Zafer Gülbaş
doi: 10.4274/tjh.2013.0325  Pages 21 - 28
AMAÇ: Pro-inflamatuvar ve pro-angiogenik sitokinlerin, lenfomanın patogenezinde önemli rolleri olduğu kadar son yıllarda yapılan çalışmalarda sitokinlerin prognostik birer belirteç olarak da kullanılabileceği gösterilmiştir. s-IL6 ve s-VEGF düzeyleri yüksek olan non-Hodgkin lenfoma (NHL) hastalarında prognoz daha kötüdür ve genel sağkalımları daha kısadır. Bu çalışmada yeni tanı almış, tedavi verilmemiş NHL hastalarında tedavi öncesi s-IL6 ve s-VEGF düzeylerinin belirlenmesi, bu sitokinlerin bilinen prognostik belirteçler ve özellikle International Prognostic Index (IPI) değerleri ile ilişkisinin saptanması ve genel sağkalım üzerine etkilerinin incelenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER: Çalışmaya 51 yeni tanı konmuş NHL hastası ve 17 sağlıklı kontrol alındı. s-IL6 ve s-VEGF sitokin düzeylerini değerlendirmek için kan örnekleri toplandı.
BULGULAR: NHL ile izlenen hastalarda s-VEGF ve s-IL6 düzeyleri sağlıklı popülasyondan yüksektir. Hastaların özellikle s-IL6 düzeyleri cut-off değerin üzerinde ise genel sağkalımları kısa olmaktadır. s-VEGF ile genel sağkalım arasında ilişki saptanmamıştır.
SONUÇ: s-IL6, IPI risk sınıflamasına dahil edilebilir bağımsız bir prognostik faktördür. s-IL6 düzeyine ilave olarak, yaş, ESR, beta-2 mikroglobulin, WHO performans statüsü ve IPI skoru NHL hastalarının klinik takibinde özellikle genel sağkalım üzerine etkili olan bağımsız birer prognostik faktördür.
OBJECTIVE: Pro-inflammatory and pro-angiogenic cytokines play an important role in the pathogenesis of lymphoma, and recent studies have shown that cytokines can be used as prognostic markers. Non-Hodgkin lymphoma (NHL) patients with high levels of serum interleukin-6 (s-IL6) and serum vascular endothelial growth factor (s-VEGF) have poor prognosis and shorter survival time. We aimed to determine pre-treatment levels of s-IL6 and s-VEGF and their relation with known prognostic markers, especially International Prognostic Index (IPI) scores, and to examine their effects on overall survival in newly diagnosed, untreated aggressive NHL patients.
METHODS: The study included 51 newly diagnosed NHL patients and 17 healthy controls. Blood samples were obtained to study s-IL6 and s-VEGF cytokine levels.
RESULTS: Patients with aggressive NHL diagnosis had higher s-VEGF and s-IL6 levels than the healthy population. If the s-IL6 levels of patients were above the cut-off levels, the overall survival time was shorter. There was no relation between s-VEGF and overall survival time.
CONCLUSION: s-IL6 is an independent prognostic factor that may be included in IPI risk classification. In addition to the s-IL6 level, age, erythrocyte sedimentation rate, beta-2 microglobulin, WHO performance status, and IPI score are independent prognostic factors that are effective, especially for overall survival, in the clinical follow-up of NHL patients.

4.Prevalence of Monoclonal B Lymphocytosis in First- Degree Relatives of Chronic Lymphocytic Leukemia Patients in Turkey
Taner Demirci, Zeynep Arzu Yegin, Nevruz Kurşunoğlu, Zeynep Yılmaz, Elif Suyanı, Zübeyde Nur Özkurt, Münci Yağcı
doi: 10.4274/tjh.2013.0288  Pages 29 - 34
AMAÇ: Monoklonal B lenfositozun (MBL) kronik lenfositik lösemi (KLL) için öncül bir durum olduğu düşünülmektedir. Bu çalışma doğu ve batı dünyası arasında etnik ve coğrafi köprü olduğu düşünülen Türkiye’de KLL hastalarının birinci derece akrabalarında MBL sıklığının araştırılması için tasarlanmıştır.
YÖNTEMLER: Çalışmaya 61 aileden olmak üzere toplam 136 gönüllü [ortalama yaş 40 (17-77); erkek/kadın: 60/76] dahil edilmiştir. MBL tanısı içi dört farklı boyama ile akım sitometri analiz yöntemi kullanılmıştır.
BULGULAR: Monoklonal B lenfositoz 17 (%12,5) olguda tespit edilmiştir. Olguların 14’ü (%10,3) KLL benzeri MBL fenotipi olarak sınıflandırılırken kalan 3 olgu (%2,2) KLL dışı MBL olarak sınıflandırılmıştır. MBL prevalansı 40 yaş altı olgularda %12,72, 40-60 yaş arası olgularda %12,28, 60 yaş üstü olgularda %40 olarak gözlenmiştir ve istatistiksel olarak anlamlı değildir (p>0,05). Akraba
evliliği yönünden 115 olgu değerlendirilmiş olup bunlardan 19’unda (%16,5) akraba evliliği öyküsü mevcuttu. MBL prevalansı akraba evliliği durumu ile farklılık göstermiyordu (p>0,05).
SONUÇ: Bu araştırma Avrasya topluluğunda yapılan ve aynı etnik özellikleri taşıdığı Anadolu kökenli KLL hastalarının akrabalarında MBL dağılım şeklini gösteren ilk MBL prevalans çalışmasıdır. MBL’nin doğal gelişimini ve klinik sonuçlarını daha iyi anlayabilmemiz için daha fazla çaba harcanmalıdır.
OBJECTIVE: Monoclonal B lymphocytosis (MBL) is considered to be a precursor state for chronic lymphocytic leukemia (CLL). This study was planned to evaluate the MBL prevalence in first-degree relatives of CLL patients in Turkey, which is considered to be an ethnic and geographic bridge between the Eastern and Western worlds.
METHODS: A total of 136 volunteers [median age: 40 (17-77) years; male/female: 60/76] from 61 families were included. Flow cytometry analysis by 4-colour staining was used for MBL diagnosis.
RESULTS: MBL was demonstrated in 17 cases (12.5%). A total of 14 cases (10.3%) were classified as CLL-like MBL, while 3
(2.2%) exhibited a non-CLL-like phenotype. The prevalence of MBL was 12.72% in subjects aged less than 40 years, 12.28% in subjects between 40 and 60 years, and 40% in subjects over 60 years, without statistical significance (p>0.05). A total of 115 cases were evaluated for intermarriage, which was observed in 19 cases (16.5%). The prevalence of MBL did not differ based on intermarriage status (p>0.05).
CONCLUSION: The current report is the first MBL prevalence study in a Eurasian population that demonstrates a similar distribution pattern of MBL in Anatolian CLL kindreds. Further efforts should be made to refine our understanding of the natural history and clinical outcomes of MBL.

5.Myeloid Sarcomas: A Clinicopathologic Study of 20 Cases
Gülşah Kaygusuz, Duygu Kankaya, Cemil Ekinci, Pervin Topçuoğlu, Işınsu Kuzu
doi: 10.4274/tjh.2013.0087  Pages 35 - 42
Amaç: Miyeloid sarkom, ekstramedüller anatomik bölgelerde matür veya immatür miyeloid blastların oluşturduğu tümöral kitledir. De novo veya akut miyeloid lösemi, miyeloproliferatif neoplaziler ya da miyelodisplastik sendrom ile birlikte görülebilir. Tek başına miyeloid sarkoma, allojenik kemik iliği transplantasyonu yapılan olgularda nüks şeklinde görülebilir. Vücutta herhangi bir dokuda gelişebilmekle birlikte en sık tutulan bölgeler deri, yumuşak dokular, lenf nodülü ve gastrointestinal sistemdir. İmmünohistokimyasal olarak olguların birçoğu miyelomonositik ya da saf monoblastik farklılaşma gösterir. Bu makalede kurumumuzda tanı alan 20 miyeloid sarkoma olgusunun klinikopatolojik özellikleri kaynaklar ışığında gözden geçirilmiştir.
Gereç ve Yöntemler: 2005-2012 yılları arasında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji departmanında tanı alan olgular
seçilmiştir. Hastaların yaş, cinsiyet, semptomlar, anatomik yerleşim, eşlik eden hematolojik hastalık bilgileri ve olguların
morfolojik, immünohistokimyasal ve sitogenetik özellikleri kayıt edilmiştir.
Bulgular: On altı hasta erkek, 4 hasta kadındır. Tanı anındaki ortalama yaş 47’dir. En sık tutulan bölgeler lenf nodları ve deridir. İmmünohistokimyasal olarak 11 olguda miyelomonositik ve 7 olguda miyeloid fenotip, 2 olguda pür monoblastik farklılaşma saptanmıştır. Klinik verileri bilinen 18 olgu için ortalama takip süresi 33 hafta bulunmuştur. Hastalardan 5’i hastalığı nedeniyle kaybedilmiştir.
Sonuç: Miyeloid sarkom, ekstramedüller dokularda immatür miyelomonositik hücrelerin oluşturduğu; lösemiler, miyeloproliferatif neoplaziler veya miyelodisplastik sendromların nadir bir prezentasyonudur. Daima patolojik tanı güçlüğü yaratacak şekilde değişken morfolojik ve fenotipik bulgularla ortaya çıkabilir.
Objective: Myeloid sarcoma is a tumoral mass of mature or immature myeloid blasts in extramedullary anatomic locations. It can be seen de novo or in association with acute myeloid leukemia, myeloproliferative neoplasias, or myelodysplastic syndrome. Isolated myeloid sarcoma can be seen as a relapse in cases with allogenic bone marrow transplantation. Although it may involve any tissue in the body, the most common locations are skin, soft tissues, lymph nodes, and the gastrointestinal tract. Immunohistochemically, most cases show myelomonocytic or pure monoblastic differentiation. We reviewed the clinicopathological features of 20 cases of myeloid sarcoma diagnosed in our institute in view of the literature.
Materials and Methods: The cases diagnosed between 2005 and 2012 at the Ankara University Faculty of Medicine, Department of Pathology, were selected. Clinicopathological findings including the age and sex of the patients; symptoms; anatomic location; accompanying hematological disease; and the morphological, immunohistochemical, and cytogenetic features of the cases were noted.
Results: Sixteen of the patients were male and 4 were female. The median age at diagnosis was 47 years. The most commonly involved locations were the lymph nodes and skin. Immunohistochemically, eleven cases were of the myelomonocytic and 7 cases were of the myeloid phenotype, whereas 2 cases showed pure monoblastic differentiation. The median follow-up period for the 18 cases with known clinical data was 33 weeks. Five patients died of the disease in an average of 36 weeks.
Conclusion: Myeloid sarcoma is a rare presentation of leukemias, myeloproliferative neoplasias, or myelodysplastic syndrome, composed of immature myelomonocytic cells in extramedullary tissues. It may present with variable morphological and phenotypic features, always creating a challenge in pathological diagnosis.

6.Osteoporosis and Osteopathy Markers in Patients with Mastocytosis
Nilüfer Alpay Kanıtez, Burak Erer, Öner Doğan, Nesimi Büyükbabanı, Can Baykal, Dilşad Sindel, Refik Tanakol, Akif Selim Yavuz
doi: 10.4274/tjh.2013.0170  Pages 43 - 50
AMAÇ: Sistemik mastositozlu (SM) hastalarda osteoporoz, osteoskleroz ve litik kemik lezyonları görülebilir. Bu çalışmada nadir bir hastalık olan SM’de, kemik yoğunluk ölçümü (BMD), serumda kemik ‘turnover’ belirteçleri ve triptaz düzeyi araştırılmıştır.
YÖNTEMLER: Çalışmaya 5’i kadın, 12’si erkek olmak üzere median yaşları 33 (20-64) olan toplam 17 hasta dahil edilmiştir. Hastaların BMD’leri lomber vertebra (L1-L4), femur boynu ve distal radiustan dual enerji x-ray absorbitesi (DXA) yöntemi, kalkaneustan ise kantitatif ultrasonografi (USG) yöntemi kullanılarak ayrı ayrı hesaplanmıştır. Serum triptaz düzeyleri
ile biyokimyasal kemik ‘turnover’ belirteçlerileri arasındaki ilişki araştırılmıştır.
BULGULAR: Hastaların 12 tanesinde osteopeni (incelenen kemik alanlarının en az birinde T skoru <-1), 3 tanesinde ise osteoporoz (T skoru <-2,5) saptanmıştır. Kemik lezyonlarının şiddeti ile DXA sonuçları arasında korelasyon gösterilememiştir. Triptaz ve pridinolin seviyeleri ile hastalık şiddeti arasında pozitif korelasyon bulunmuştur (p<0,01).
SONUÇ: Osteosklerotik kemik lezyonları sebebiyle SM’li hastalarda kemik tutulumu değerlendirmesi için DXA ve kalkaneus USG uygun teknikler değildir. Osteoklastik aktivite belirteçleri olan pridinolin, şiddetli hastalık aktivitesi ve kemik sklerozlarını değerlendirmede faydalıdır.
OBJECTIVE: Osteoporosis, osteosclerosis, and lytic bone lesions have been observed in patients with systemic mastocytosis (SM). We examined bone mineral density (BMD) biochemical turnover markers and serum tryptase levels in SM, which is considered a rare disease.
METHODS: Seventeen adult patients (5 females, 12 males; median age: 33 years, range: 20-64) with mastocytosis were included in this study. We investigated the value of quantitative ultrasound (QUS) of the calcaneus in the assessment of BMD in SM patients, as well as BMD of the lumbar spine (L1-L4), femoral neck, and distal radius using dual energy x-ray absorptiometry (DXA) and plasma tryptase levels, biochemical markers of bone turnover.
RESULTS: At lumbar spine L1-L4, the femoral neck, and the distal radius or as calcaneus stiffness, 12 of 17 patients had T-scores of less than -1 at least at 1 site, reflecting osteopenia. Three of 17 patients had T-scores showing osteoporosis (T-score <-2.5).
There was no relationship between DXA and bone lesion severity. We also found a significant positive correlation between tryptase levels and disease severity, as well as between disease severity and pyridinoline (p<0.01 by Spearman’s test).
CONCLUSION: DXA and calcaneal QUS may not be appropriate techniques to assess bone involvement in SM patients because of the effects of osteosclerosis. This study further shows that the osteoclastic marker pyridinoline is helpful in patients with severe disease activity and sclerotic bone lesions to show bone demineralization.

7.Tunnelled Central Venous Catheter-Related Problems in the Early Phase of Haematopoietic Stem Cell Transplantation and Effects on Transplant Outcome
Mahmut Yeral, Can Boga, Levent Oguzkurt, Hikmet Eda Aliskan, Hakan Özdoğu, Yusuf Ziya Demiroğlu
doi: 10.4274/tjh.2013.0278  Pages 51 - 57
AMAÇ: Hematopoetik kök hücre nakli alıcıları damar içi mayi, ilaç, aferez ve diyaliz işlemleri için santral venöz kateterlere (SVK) ihtiyaç duyarlar. Ancak SVK’ların enfeksiyöz ve tromboz gibi enfeksiyöz olmayan komplikasyonları vardır. Bu çalışma ile çift lümen tünelli santral kateter komplikasyonlarının sıklığı ve nakil sürecine etkisi araştırılmıştır.
YÖNTEMLER: Geriye dönük olarak 75 otolog ve 39 allojeneik periferik kök hücre nakli uygulanan toplam 111 hastanın verileri toparlandı. Verilerin doğruluğu JACIE akredite merkezimizin kayıt denetleme grubu tarafından kontrol edildi.
BULGULAR: Olguların %2,7’sinde tromboz gelişti (1000 kateter gününde 0,9). Hastaların 14’ünde (%12,6) kateter ilişkili enfeksiyon tesbit edildi (1000 kateter gününde 3,6). Koagulaz negatif Stafilokoklar en sık etken idi. Kateter ilişkili komplikasyonlar ile engrafman zamanı, evre II-IV graft versus host hastalığı ve 100 günlük mortalite arasında bir ilişki saptanmadı.
SONUÇ: Sonuçlarımız nakil hastalarında tünelli SVK komplikasyonlarının yönetilebilir olduğunu ve bu komplikasyonların nakil üzerine olumsuz bir etki yaratmadığını göstermektedir.
OBJECTIVE: Haematopoietic stem cell recipients need central venous catheters (CVCs) for easy administration of intravenous fluid, medications, apheresis, or dialysis procedures. However, CVCs may lead to infectious or non-infectious complications such as thrombosis. The effect of these complications on transplantation outcome is not clear. This manuscript presents the complication rates of double-lumen tunnelled CVCs and their effect on transplantation outcome.
METHODS: Data from 111 consecutive patients, of whom 75 received autologous and 36 received allogeneic peripheral blood stem cell transplantations, were collected retrospectively. The data were validated by the Record Inspection Group of the related JACIE-accredited transplantation centre.
RESULTS: Thrombosis developed in 2.7% of recipients (0.9 per 1000 catheter days). Catheter-related infection was identified in 14 (12.6%) patients (3.6 per 1000 catheter days). Coagulase-negative Staphylococcus was the most common causative agent. Engraftment time, rate of 100-day mortality, and development of grade II-IV graft-versus-host disease were not found to be associated with catheter-related complications.
CONCLUSION: Sonuçlarımız nakil hastalarında tünelli SVK komplikasyonlarının yönetilebilir olduğunu ve bu komplikasyonların nakil üzerine olumsuz bir etki yaratmadığını göstermektedir.

BRIEF REPORT
8.Growth Arrest-Specific 6 (Gas6) and TAM Receptors in Mouse Platelets
Fikriye Uras, Burhanettin Küçük, Özlem Bingöl Özakpınar, Ahmet Muzaffer Demir
doi: 10.4274/tjh.2013.0097  Pages 58 - 63
Amaç: Gas6 proteini (growth arrest specific 6), K vitaminine bağımlı protein ailesinin yeni bir üyesi olup reseptör tirozin kinazlardan TAM reseptörlerinin [Tyro3 (Sky), Axl ve Mer] bir ligandıdır. Gas6 geni susturulmuş farelerin, venöz tromboembolizme daha dirençli oldukları görülmüştür. Fare trombositlerinde Gas6 proteininin var olup olmadığı konusunda birbiriyle çelişkili yayınlar bulunmaktadır. Biz bu araştırmada, fare trombositlerinde Gas6 proteini ve reseptörlerinin varlığını hem mRNA hem de protein seviyesinde araştırmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntemler: Spesifik patojen içermeyen 8-10 haftalık, 25-30 gr ağırlığındaki Balb-C ırkı dişi/erkek fareler hafif eter anestezisi altında bayıltıp, kalpten kan örnekleri alındı. Önce trombositlerden mRNA’lar elde edildi. Daha sonra ters
transkripsiyon-polimeraz zincir reaksiyonu (RT-PCR) yöntemiyle Gas6 ve TAM reseptörlerinin herbirini kodlayan mRNA’lar araştırıldı. Trombositlerdeki Gas6 ve TAM reseptör proteinleri ELISA yöntemiyle ölçüldü. Ancak farede Mer protein seviyesini
ölçen bir ELISA kiti henüz üretilmediği için Mer seviyesi ölçülemedi.
Bulgular: RT-PCR sonuçları fare trombositlerinde Gas6 ve Mer’i kodlayan mRNA’ların var olduğunu gösterdi. Çeşitli sıcaklık ve döngülerde RT-PCR deneyleri yapıldığı halde, Axl ve Tyro3’e (Sky) ait mRNA varlığı saptanamadı. Gas6, Axl ve Tyro3 (Sky)
protein seviyeleri ELISA yöntemlerinin en düşük ölçüm sınırlarının altındaydı.
Sonuç: Biz fare trombositlerinde, Gas6 ve onun reseptörlerinden sadece Mer’i kodlayan mRNA’ların var olduğunu bulduk ama Axl ve Tyro3’ü kodlayan mRNA’ların varlığını saptayamadık. Protein olarak Gas6, Axl ve Tyro3 seviyeri, ELISA yöntemlerinin ölçüm limitlerinin altındaydı. Trombositlerde mRNA’ların var olması, protein sentezinin burada yapıldığının kesin bir kanıtı değildir. Çünkü trombositlerde DNA yoktur. Trombositlerde Gas6/TAM reseptörlerinin varlığını daha iyi aydınlatmak için Gerçek Zamanlı-PCR ve yüksek duyarlılığa sahip immunolojik yöntemlerle yapılacak ileri araştırmalara ihtiyaç vardır. Bu moleküllerin fizyolojik mekanizması aydınlatıldığında hastalıkların tedavisinde yeni bir strateji olabilir.
Objective: Growth arrest-specific 6 (Gas6) is a newly discovered vitamin K-dependent protein, which is a ligand for TAM receptors [Tyro3 (Sky), Axl, and Mer] from the tyrosine kinase family. Gas6 knockout mice were resistant to venous and arterial thrombosis. There are contradictory reports on the presence of Gas6 and its receptors in mouse platelets. The objective of this study was to investigate whether Gas6 and its receptors were present in mouse platelets or not.
Materials and Methods: Specific pathogen-free BALB/c male and female mice of 8-10 weeks old and 25-30 g in weight were anesthetized under light ether anesthesia and blood samples were taken from their hearts. RNAs were isolated from
isolated platelets, and then mRNAs encoding Gas6 and TAM receptors were detected by reverse transcription-polymerase chain reaction (RT-PCR). Protein concentrations of Gas6 and TAM receptors in platelets were measured by ELISA, but not those of Mer, because of the absence of any commercial ELISA kit for mouse specimens.
Results: RT-PCR results indicated the presence of mRNAs encoding Gas6 and Mer in mouse platelets. However, although RTPCR reactions were performed at various temperatures and cycles, we could not detect the presence of mRNAs encoding Axl
and Tyro3 (Sky). Receptor protein levels of Axl and Tyro3 were below the detection limits of the ELISA method.
Conclusion: We found the presence of mRNAs encoding Gas6 and the receptor Mer in mouse platelets, but not Axl and Tyro3. Gas6, Axl, and Tyro3 protein levels were below the detection limits of the ELISA. The presence of mRNA is not obvious evidence of protein expression in platelets that have no nucleus or DNA. Further studies are required to clarify the presence of Gas6/TAM receptors in platelets using real-time PCR and more sensitive immunological methods, and future studies on mechanisms will indicate whether the Gas6/TAM pathway is a strategy for treatment of disorders.

CASE REPORT
9.Acute Megakaryoblastic Leukemia with t(1;22) Mimicking Neuroblastoma in an Infant
Müge Gökçe, Selin Aytaç, Şule Ünal, İlhan Altan, Fatma Gümrük, Mualla Çetin
doi: 10.4274/tjh.2013.0189  Pages 64 - 67
t(1;22) (p13;q13) pozitif akut megakaryoblastik lösemi (AMKL) olgularının neredeyse hepsi sadece süt çocukluğu döneminde bildirilmiş olup, akut miyeloid löseminin son derece nadir bir alt tipidir. Bu olgu sunumunda, pelvik kitle ve pansitopeni ile başvuran ve tanı anında nöroblastomu taklit eden üç aylık bebek sunulmaktadır. Hastanın kemik iliği incelemesi ile t(1;22) pozitif AMKL tanısı konulmuş ve yüksek doz sitarabin içeren tedavi rejimine hasta iyi cevap vermiştir.
Acute megakaryoblastic leukemia (AMKL) with t(1;22) (p13;q13) is an extremely rare subtype of acute myeloid leukemia that is almost always described in infants. t(1;22) (p13;q13)-positive AMKL with extramedullary infiltration has been previously reported only once in the literature. Herein, we report a 3-month-old infant presenting with a pelvic mass and pancytopenia suggesting neuroblastoma. Bone marrow evaluation revealed t(1;22)-positive AMKL that responded well to a regimen containing high-dose cytarabine.

10.Dasatinib-Related Chylothorax
Yen Min Huang, Cheng Hsu Wang, Jen Seng Huang, Kun Yun Yeh, Chien Hong Lai, Tsung Han Wu, Pei Hung Chang, Yueh Shih Chang, Yii Jenq Lan
doi: 10.4274/tjh.2012.0196  Pages 68 - 72
Dasatinib kronik miyeloid lösemi tedavisinde kullanılan etkin bir ikinci kuşak tirozin kinaz inhibitörüdür. Dasatinib tedavisi ile ilişkili en sık görülen yan etki plevral effüzyonu da içeren sıvı retansiyonudur. Dasatinib ile ilişkili şilotoraks nadiren bildirilmiştir. Klinik belirtileri, patofizyolojisi, yönetimi ve prognozu tam olarak anlaşılamamıştır. Burada dasatinib kullanımı sonrasında şilotoraks gelişimi ile başvuran 40 yaşında bir kadın sunulmuştur. Dasatinib
ile ilişkili şilotoraks gelişiminin mekanizmasının yanı sıra, konu ile ilgili literatür derlemesinden de bahsedilmektedir.
Dasatinib is a potent second-generation tyrosine kinase inhibitor for the treatment of chronic myeloid leukemia. The most common adverse event associated with dasatinib therapy is fluid retention, including pleural effusion. Dasatinib-related chylothorax has rarely been reported. The clinical manifestations, pathophysiology, management, and prognosis are not fully understood. Here we report a 40-year-old woman presenting with chylothorax following dasatinib use. We propose the hypothesis of its mechanism as well as offering a review of the relevant literature.

11.Successful Off-Label Use of Recombinant Factor VIIa and Coil Embolization in an Adolescent with Massive Hemoptysis Due to Invasive Pulmonary Aspergillosis
Dilek Gürlek Gökçebay, Ali Fettah, İsmail Kırbaş, Bahattin Tunç, Namık Yaşar Özbek
doi: 10.4274/tjh.2014.0347  Pages 73 - 76
İnvaziv fungal enfeksiyonlar pediatrik malin hastalıklarda morbidite ve mortalitenin önemli bir nedenidir. Masif hemoptizi de sıklıkla nötropenin düzelme aşamasında görülen, invaziv pulmoner aspergillozisin hayatı tehdit edici nadir bir komplikasyonudur. Bu yazıda invaziv pulmoner aspergillozise bağlı masif hemoptizi gelişen bir hastada endikasyon dışı recombinant FVIIa kullanımı ardından sağ pulmoner artere coil embolizasyon uygulanarak kanama kontrolu sağlanan bir olgu sunulmuştur.
Invasive fungal infections have turned out to be a significant cause of morbidity and mortality in pediatric patients with malignant disorders. Massive hemoptysis, a rare complication of invasive pulmonary aspergillosis, may threaten the lives of patients, usually during the resolution of neutropenia. In this report, we describe a patient with massive hemoptysis due to invasive pulmonary aspergillosis whose bleeding was controlled successfully with off-label use of recombinant factor VIIa and subsequent coil embolization of the right pulmonary artery.

12.Trisomy Chromosome 6 as a Sole Cytogenetic Abnormality in Acute Myeloid Leukemia
Monika  Gupta, Nita  Radhakrishnan, Manoranjan Mahapatra, Renu Saxena
doi: 10.4274/tjh.2013.0107  Pages 77 - 79
Sitogenetik anormalliklerin tanımlanması lösemilerin tanı ve prognozunda önemli bir rol oynar. İzole trizomi 6, prognostik önemi iyi belirlenmemiş olan nadir bir anormalliktir. Tek sitogenetik anormallik olarak trizomi 6’ya sahip bir akut miyeloid lösemi (AML-M5 varyantı) olgusunu sunuyoruz. Trizomi 6 daha önce aplastik anemi, miyelodisplastik sendrom ve genellikle hiposelüler ilik ile ilişkilendirilmiş AML’de bildirilmiştir. Ancak hastamızın çok kısa bir geçmişi ve blastlar ile infiltre hiperselüler bir iliği vardı. Bu durumun nadirliği nedeni ile bu olguyu rapor ediyoruz. Hem lösemi gelişiminde trizomi 6’nın rolünü tespit etmek, hem de prognoz için daha fazla çalışma gereklidir.
Identification of cytogenetic abnormalities plays an important role in the diagnosis and prognosis of leukemias. Isolated trisomy 6 is a rare abnormality, the prognostic significance of which is not well established. We report one case of acute myeloid leukemia (AML-M5 variant) with trisomy 6 as the sole cytogenetic abnormality. Previously, trisomy 6 has been reported in aplastic anemia, myelodysplastic syndrome, and AML, usually associated with hypocellular marrow. However, our patient had a very short history and hypercellular marrow infiltrated with blasts. We report this case due to the rarity of the condition. More studies are required to ascertain the role of trisomy 6 in the development of leukemia as well as in prognosis.

LETTER TO EDITOR
13.Post-Partum Ovarian Vein Thrombosis: Combined Effect of Infection and Factor V Leiden Mutation
H. El Farran, A. G. Haddad, A. H. Radwan, A. H. Nassar, R. Hourani, Ali T. Taher
doi: 10.4274/tjh.2014.0266  Pages 80 - 81
Abstract | Full Text PDF

14.Recurrent Monosomies Confirmed by Interphase FISH in Three Chronic Myeloid Leukemia Cases
Yelda Tarkan Argüden, Dilhan Kuru, Ayşe Çırakoğlu, Şükriye Yılmaz, Şeniz Öngören Aydın, Cem Muhlis Ar, Ayhan Deviren, Teoman Soysal, Seniha Hacıhanefioglu
doi: 10.4274/tjh.2014.0374  Pages 82 - 84
Abstract | Full Text PDF

15.An Unusual Presentation of Metastatic Breast Carcinoma as Cold Autoimmune Hemolytic Anemia
Anand Chellappan, Chanaveerappa Bammigatti, Swaminathan Rathinam Palamalai
doi: 10.4274/tjh.2014.0373  Pages 85 - 86
Abstract | Full Text PDF

16.A Child with Psoriasis, Hypogammaglobulinemia, and Monosomy 7-Positive Myelodysplastic Syndrome
Namik Özbek, Arzu Yazal Erdem, Özlem Arman Bilir, Fatma Karaca Kara, Mutlu Yuksek, Nese Yarali, Meltem Özgüner, Nazmiye Yüksek, Bahattin Tunç
doi: 10.4274/tjh.2014.0308  Pages 87 - 88
Abstract | Full Text PDF

17.Clinical Picture in Hematology
Şinasi Özsoylu
doi: 10.4274/tjh.2014.0359  Page 89
Abstract | Full Text PDF

18.About Chediak-Higashi, Hemoglobin Lansing, and Hemoglobin Jabalpur
Şinasi Özsoylu
doi: 10.4274/tjh.2014.0393  Pages 90 - 91
Abstract | Full Text PDF

19.About Microangiopathic Hemolytic Anemia
Şinasi Özsoylu
doi: 10.4274/tjh.2014.0382  Page 92
Abstract | Full Text PDF

20.Oral Lesions and Hematology
İrfan Yavaşoğlu
doi: 10.4274/tjh.2014.0381  Page 93
Abstract | Full Text PDF

21.Follicular Lymphoma
İrfan Yavaşoğlu
doi: 10.4274/tjh.2014.0380  Pages 94 - 95
Abstract | Full Text PDF

IMAGES IN HEMATOLOGY
22.Rhinocerebral Mucormycosis in a Patient with Acute Promyelocytic Leukemia
Muzaffer Keklik, Afra Yıldırım, Fahir Öztürk, İbrahim İleri, Gülşah Akyol, Mustafa Çetin, Bülent Eser
doi: 10.4274/tjh.2014.0048  Pages 96 - 97
Abstract | Full Text PDF

23.Rapid Progression of Blastic Plasmacytoid Dendritic Cell Neoplasm without Extracutaneous Manifestation
Guohua Yu, Xin Huang, Yuqing Huo, Tingguo Zhang, Zifen Gao
doi: 10.4274/tjh.2013.0368  Pages 98 - 99
Abstract | Full Text PDF